PKK ve Kürdistan ütopyasına bakış

 

Ütopya, sevgi yüklü bir dünya ve düş yüklü bir yaşamın özlemidir. Rönesans aydını Thomas More (1478-1535) UTOPIA (hayal ülke) adlı eserinde; özgür toplum, adil yönetim, ideal kent ve evrensel barış nasıl olmalıdır? gibi sorulara yanıt aramıştı.

Aşiret reislerinin arkasından giderek ütopyayı arayan Kürtler çatışmalarla dolu acı bir tarih yaşamışlardır. Kürt sorunu nedir, neden ve nasıl ortaya çıktı sorularının yanıtları için popüler söylem yerine duru bir akılla düşünerek siyasal pratik ve tarihte yaşanmış gerçeklere bakmalıyız. Yaklaşık 180 yıldan bu yana Kürt isyanlarının sebebi ne olursa olsun, hedefleri özgür ve bağımsız Kürdistan olmuştur. Geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi günümüzde de batı ülkelerinin himayesindeki çeşitli kürt örgütleri ve siyasileri tüm demokratik söylem ve insani taleplerine kürt halkına özgürlük,bağımsız Kürdistan sloganlarını ekleyerek, üniter yapıları radikal bir biçimde tartışmaya açıyorlar.

Yavuz Sultan Selim zamanında kürt şeyhleri ve aşiret reislerinin halifeye biat etmesiyle başlayan Türk-Kürt beraberliği Osmanlının son dönemine kadar iki kardeş kavmin ilişkileri olarak geldi. Öte yandan Osmanlı Devleti idari düzenini Doğu Anadolu’ya hiçbir zaman yayamadı. Osmanlı sarayı iktidarını babadan oğula geçen Kürt aşiret beylerine bıraktı. Doğu Anadolu’da göçebeler ile yerleşik toplumlar arasındaki ilişkide yerleşikler (Ermeniler); göçebelerin (kürt aşiretlerinin) sömürüsüne uğramaktaydı. Osmanlı’nın bu duruma 2.nci Mahmut döneminde müdahele etmesi sınıf çatışması; din ve mezhep çatışmalarına giden sürecin başlangıcı oldu. 19 yüzyılın ikinci yarısından itibaren Doğu Anadolu’da ulusalcı hareketler başladı. Kürt-Ermeni, Ermeni-Türk, Türk-Kürt çatışmaları bölgenin zayıf olan ekonomik, sosyal, kültürel yapısında ağır tahribatlar yarattı.

 Osmanlı’nın son dönemi jöntürklerle başlayan yükselen Türk milliyetçiliği, zaman zaman Kürtlerin de tepkileriyle karşılaştı. Bu başkaldırılar Cumhuriyet ile birlikte milli motifler kazanarak, Cumhuriyet kurucularının Türk milliyetçisi  tavırlarına karşı tepkiye dönüştü. Örneğin önemli Kürt halk hareketlerinden Koçgiri ayaklanması 1920 de patlak vermiştir. İsyancılar TBMM’ne 5 yıl içinde Kürt bağımsızlığına gidecek 6 maddelik bir ültimatom vermişlerdir. Buna karşılık 1921 anayasası ve El Cezire komutanına gönderilen yazıda ve 1923 de Atatürk’ün İzmit basın toplantısında kürt yerel özerkliklerinden söz edilmiştir.

Resmi ideolojinin inkar politikaları sonucu günümüzde şiddetli bir savaşa dönüşen bu kardeş kavgasında akan kanın durdurulabilmesi için tarihi gerçeklik içinde bu mesele ele alınmalıdır. Türkiyede Kürt sorunu vardır diyenlere karşılık öte yanda hayır Türkiye’nin PKK terörü sorunu vardır diyenler gibi trajikomik bir ayrıma düşmek sorunları çözmeyecektir.

Türkiye’de Kürt sorununun içeriği tartışıldığında birçok yanlış anlama ve değerlendirmeler yapılmaktadır. Kürt meselesi sadece ve sadece etnik bir mesele olmadığı gibi PKK da dar bir terör ve askeri güvenlik sorunu da değildir. Kürt meselesini dar etnik açıdan görmek de PKKyı dar terör /güvenlik sorunu olarak görmek yıllardır Türkiye ye hiçbir şey kazandırmadı. Ama çok şey kaybettirdi.

-Ulusal gelirimizde çok önemli kaynakları bu uğurda harcadık.

-Sivil asker binlerce insanımız hayatını bu uğurda kaybetti.

-Ülkemiz militarize olmakta ve bunun sonucu demokratik çağdaş bir hukuk devletine sahip olma sürecimiz ertelenmektedir.

Yanlış anlama ve değerlendirmelere bir başka örnek de 1974 yılında Ankara’da ülkenin göbeğinde kurulan PKK’nın yegane amacının Türkiye’yi bölmek olduğuna inanılmasıdır. PKK, Kürtlerin yaşadIğı bölgedeki feodal aşiret düzenine bir tepki olarak kurulmuş Marksist görüşe sahip bir taban hareketidir. Çok iyi biliyoruz ki, PKK geçmişte Barzani ve Talabani aşiretlerine karşı savaşmıştır. Türkiye olarak biz de PKK’ya karşı Barzani ve Talabani’yi destekledik.

Bugün Kürdistanı kurma sürecinin yaşandığı Kuzey Irak’ta 3,5 milyon Kürt nüfus yaşamaktadır. Oysa Türkiye’de yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızın sayısı bunun dört mislidir

Bölgemizde ve Ortadoğu’da emperyal geleneklere göre devam eden büyük bir güç oyunu söz konusudur.

FREDERİCK CUNY’nin Kuzey Irak raporundaki 9 maddelik analizde Türkiye-ABD ve Kürtlerle ilgili tesbitleri:

1992 yılının Eylül ayında Washington’daki Carnegie Endowment kuruluşu tarafından hazırlatılan bir rapor Kuzey Irak’taki gelişmeleri ele alırken, ABD ve müttefiklerinin bundan sonra bölgede karşılaşacağı problemlere ışık tutmuştu. Frederick Cuny hazırladığı raporda bu problemleri 4 soruyla ortaya koymuştu.

1-Irak ile bir çatışmaya girmeden Iraklı Kürtler nasıl korunur?

2-ABD müttefiği Türkiye’yi uzaklaştırmadan Kürtler’e nasıl destek verilir?

3-Kürtler bağımsızlıkları desteklenmeden müttefiklerince nasıl korunabilir?

4-Kürtleri ekonomik ve insancıl yönden doğrudan etkilemeden Saddam Hüseyin rejimi üzerinde nasıl baskı yaratılır?

Cuny raporu çekiç güçün bölgeye yerleştiği 1991 tarihinden bu yana meydana gelen gelişmeleri ve doğurduğu sonuçların detaylı bir fotoğrafını çekmişti. Vardığı sonuçlar ilginçti:

- Bölgedeki durum çıkmazda. Soruna taraf olanlar zaman kazanmaya oynuyor. Öyle bir durum içindeler ki müttefikler, Iraklılar, Türkler ve Kürtlerle birlikte bölgeye komşu olanlar bu durumdan ne kopabiliyorlar ne de kargaşayı çözebiliyorlar.

- Bu arada Kürtler bölgede kendi siyasi, ekonomik ve askeri durumlarını sağlamlaştırıyorlar.

-Kürtlerin self-determinasyon amaçlarına rağmen hala Irak’a ekonomik, coğrafik ve demografik açıdan bağlılar. Iraktaki yaşayan Kürtlerin dörtte biri kuzey Irakın dışında yaşıyorlar.Ama Kuzey Irak göç etmek istemiyorlar.

-Kuzey Irakda Kürtlerin bağımsız hareket etmeye çalışmaları Türkiyeyi rahatsız ediyor.

-Müttefikler Irak hava kuvvetleri üzerindeki kısıtlamaları sürdürdükçe, daha önceki Halepçe katliamı benzeri yeni bir mülteci krizi yaşanmayacaktır.

-Bölgeye Iraklıların, PKKnın, Birleşmiş Milletler örgütünün uyguladığı ablukaya rağmen Kürdistan ekonomik açıdan yaşayabilmektedir. Türkiye’den ablukayı delenlerden vergi keserek kar yapıyorlar ve hatta Iraklılar bile onlarla tarım ve elektrik enerjisi konusunda iş yapmaya çalışmaktadır.

* Turan Yavuz. a.g.e. s.258-260

ABD ilk baştan itibaren PKKyı karşısına almak istememiştir. Çünkü bir taban hareketi olan PKK’ya karşı çıksa diğer emperyal güçler PKK tabanını kontrol altına alabilirdi. Bu da Kuzey Irak’ta Amerika dışındaki güçlerin hakimiyeti demekti. Amerika Ortadoğu’da var olabilmek için bütün Kürt oluşumlarla açık ya da örtülü ilişki içinde olagelmiştir.

PKK ve Kuzey Irak’daki gelişmeler sonucu Türkiye-Amerika ilişkilerinde bir değişim yaşanmaktadır. Bugüne kadar iki ülkenin stratejik ortaklığından söz edilirdi. Artık ABD ile ilişkilerimiz kontrollü ve müzakere temeline oturmuştur. Amerika ile aramızda dostluk veya düşmanlık değil çıkarlarımızın ortaklaştırılması söz konusudur. Bu noktada siyaset kurumunun güçsüzleştirilmesi ya da çözümsüzlüğü sorunları büyütecektir.

Makalemizin konusu her ne kadar PKK terörünün Türk iç ve dış siyasetine etkileri olsa da olayların temelinde yatan tarihi nedenleri objektifbir gözle değerlendirip Türk dış politikasında yeni açılımlarımızı "Kürdistan devleti ütopyası" başlığında değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum

19’ncu yüzyıl; Fransız devriminin etkisinde kalan dünyada imparatorlukların dağıldığı ve ulus devletlerin doğduğu bir dönemdir. Buna bağlı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda Birinci Dünya Savaşı’nda ve öncesinde birçok yerde isyanlarla Yunanistan gibi ulus devletler oluşmaya başlamıştır. İmparatorluk coğrafyasında yaşayan Kürt ve Ermeni halklarının da ulus devlet olma ütopyası bu döneme rastlar. Dünya sanayi devrimini yaşamaktadır aynı zamanda. Emperyal sanayi toplumu ülkelerinin söz konusu coğrafyada bulunan petrol yataklarında gözü vardır. Orta doğudaki dev emperyal oyunun o yıllarda da bugün de temelinde yatan enerji paylaşımı kavgasıdır. Sevr ve Lozan anlaşmalarıyla amacına ulaşan emperyal güçler Ermeni ve Kürt halklarının ulus devlet olma ütopyalarını da böylece tarihe gömmüşlerdir. Güney doğu ve Kuzey Irakta bugün yaşananlar o dönemdeki temelsiz kurgulamaların sonucudur.

-Türkiye geleceğe objektif bakmalıdır. Türkiye’den başka kimseye bir şey ifade etmeyen hamasi kırmızı çizgilerini gözden geçirmelidir.

-Büyük emperyal oyunun güç odağı ülkelerle çıkarlarında ortak paydalar yaratmalıdır.

-"Kuzey Iraktaki aşiret reisleriyle görüşmeyiz" mantığını gözden geçirmelidir. Bölgeyle siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirmelidir. Bölge petrol dışında kaynağı olmayan oldukça yoksul bir bölgedir. Gerek petrolün sevk edilmesi gerekse ekonomik gelişmesi yönünden Türkiye’ye bağımlı olmak durumdadır.

-Muhtelif aşiretlerden oluşan dağınık bir yapıdaki Kuzey Irakta 3,5 milyon Kürt yaşamaktadır. Türkiyede ise bunun dört katı Kürt vatandaşımız yaşamaktadır. 12 milyon Kürt vatandaşımızın çoğunluğu bu ülkeye sıkı vatandaşlık bağıyla bağlıdır. 3,5 milyon Kuzey Iraklı Kürtleri temsil edemez, etmemelidir de..

-PKK feodal aşiret yapısına karşı kurulmuş Marksist silahlı bir parti örgütüdür. İlk başlarda Suriyede yerleşik iken Barzani ve Talabani ile de savaşmıştır. PKK gerek Kuzey Irak’ta gerekse Türkiye’de yaşayan Kürtler’in çoğu tarafından benimsenmeyen ve çok geniş tabanı olmayan bir örgüttür.

 -Kişi başı milli gelirimizi arttırırken aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme sürecini hızla tamamlamalıyız. Türkiye’de devlet yapısı süratle çağdaş bir hukuk devletine dönüştürülmelidir.

 -Ülkemizin militarize olmasına taviz vermemeliyiz. Aksine siyaset kurumunu ve parlementer yapıyı güçlendirmeliyiz.

 SONUÇ OLARAK SORUNLARIMIZI SAVAŞARAK DEĞİL SİYASİ VE EKONOMİK İŞBİRLİKLERİMİZİ GELİŞTİREREK ÇÖZEBİLECEĞİMİZİ HİÇ UNUTMAMALIYIZ..

Önceki ve Sonraki Yazılar