E. TURGUT TEKİN
MEB Bakanı Sayın Hüseyin Çelik, hiç birinci sınıf okuttunuz mu?
Atatürk bir sohbetinde politikacı arkadaşlarına diyor ki:
- Kışlaya, okula, adalete politikayı sokmayın. Onlar bırakın bilimin ışığında, kendi kuralları doğrultusunda çalışsınlar.
Ne yazık ki bizler, birçok konuda olduğu gibieğitim konusunda da bu büyük insanın sözlerini dinlemedik.
Atatürk eğitim davasını şöyle dile getiriyordu:
- Eğitim davamız, millet olma, insan olma davasıdır. Çağdaşlaşmanın yolu bu davadan geçer. Herkes bu davaya destek olmalı, amacına ulaşması için çaba harcamalıdır.
Bugün hiçbir birey yoktur ki, bu görüşün tersini söylesin. Biz Cumhuriyetten sonra, ülkemizde en uygun olan "Köy Enstitüleri" modelini yaratıp geliştirmişiz. Bu model anadolu coğrafyasına, koşullarına en uygun modeldi. Ülke genelinde ve her bölgede hemen hemen bir köy enstitüsü vardı. Bunlar ilke olarak "köyden alır, köye verir"lerdi. Böylece adaletli bir eğitim çalışması ülke genelinde olurdu. Bu modeli tam oturtmuşken, bazı sivri kafalı politikacılar, bu modeli öldürmüşlerdir. Akıllarınca daha iyisini geliştirmeye çalışmışlar, ama çamura saplananlar gibi çırpındıkça batmışlardır. Bugün köylerde bir hayli öğretmen ve okul açığı vardır. Okuma-yazma bilmeyen insanlarımızın sayısı da bir hayli kabarıktır. Yani kısaca, bugün bile eğitim davası çözüme ulaşmış değildir.
Ben 1945 doğumluyum. İlkokulu 1948 programı ile okudum. Ben birinci sınıfken o ünlü alfabe vardı. Aralık ayında, o yıllarda evimizde olan Kerem ile Aslı, Sürmeli Bey, Aşık Garip, Asuman ile Zeycan, Emrah ile Selvi gibi halk hikayelerini okudum. Yazmayı da gayet güzel kavramıştım. Babam bana "Tren" yaz dediğinde ben, "Tiren" yazmıştım. Babam sert bir adamdı. Bana kızarak "Tren" böyle yazılır dedi. Ben, itiraz ettim. T ile r arasına -i- koymadın dedim. Babam da neden "Tren"in böyle yazıldığını o gün bana açık açık anlatamadı. Aradan altı koca yıl geçti. Ortaokul 2. sınıfta okurken Fransızca dersimize Dr. Necati Küçük giriyordu. Tren sözcüğünün fransızca olduğunu ve orjinalinin böyle yazıldığını öğrenmiştim. Yabancı dillerden geçen birçok sözcük bizim dilimize uymasa da kendilerine özgü bir imlaya sahiptiler. Bizim dilimiz ve sözcüklerimiz ise lojik bir yapıya sahip olduklarından, okundukları gibi yazılır, yazıldıkları gibi okunur. Zor değillerdir. Türkçe'de özel imla isteyen sözcükte yoktur.
Bu nedenle 1948 programından önce uygulanan harf ve hece metodu, "mazuşkül" denilen bitişik el yazısı çocukları zorladığından terk edilerek, 1948'in getirdiği karma metod uygulamaya konmuştur. Okuma ve yazmaya da küçük ve büyük temel harflerle başlanmıştır. İkinci sınıftan itibaren bitişik el yazısına geçişlerde yapılmıştır.
1964'de öğretmenliğe başladığım yıllarda ise 1968 taslak programının deneme uygulamaları yapılıyordu. Adına "Tümdengelim" diyorlardı. Ben, bu programın çok yabancısı idim. Okul Müdürü Kemal Ateş:
-"Tekin, bu yıl stajersin. Sana üçüncü sınıf vereceğim. Ama birinci sınıf okutmayı, deneyimli birinci sınıf öğretmeni Hasan Bey'den öğreneceksin" dedi.
Biz de işe dört elle sarıldık. Hasan Bey'in birinci sınıfı ile benim üçüncü sınıfım karşı karşıya idi. İlköğretimde en rahat sınıf üçüncü sınıftır. Dersi verir, çocuklar çalışırlarken, Hasan Bey'in sınıfına geçer, hem onu izler ve hem de yardım ederdim. Hasan Bey'den o yıl birşeyler öğrendim. Stajerliğimde kalktı. İkinci yıl birinci sınıf aldım. 45 kişinin 35'i aralık ayının sonunda okuma ve yazmaya başladı. Beşi de ocak sonunda geçti. Derken fire vermeden sene sonu geldi. Çocuklar gayet güzel yazıyor ve okuyorlardı. Müfettişler 100 vermişlerdi. Hasan Bey ve müdür seviniyorlardı. Beni övüyorlardı. Ben de kendimi zafer kazanmış bir komutan sayıyordum.
Ertesi yıl asker öğretmen olarak Erzincan 59. Topçu Tugayı okuma-yazma okulunda göreve başladım. Göreve başlamadan önce, bu programın uzmanları Turhan Oğuzkan, Emin Özdemir, Elios Enata ve Emin Sağlamer bize bu "Tümdengelim" metodu ile ilgili uygulamalı 10 günlük bir kurs verdiler. Ayrıca terhis olup sınıflarını bizlere devrettiler. Usta öğretmenlerle de 15 gün birlikte çalıştık. Daha sonra sınıflarımızın başlarına geçtik. Sınıfta bize yardımcı olarak görev yapan, en azı lise mezunu çavuş veya onbaşılar vardı. Askerlere dörder aylık bir okuma-yazma, matematik, yurt ve yaşama dersi veriyorduk. Her dersin kitapları, fişleri ve uygulama klavuzları vardı.
Bu bir gerçektir, abartma değil, bu metod ve yöntemle yetiştirdiğimiz erlerin birçoğu, benden daha hızlı kitap okuyorlardı. Dört ayda öğrettiklerimizi, sivil okullarda dört ayda veremiyorduk.
Büyük fişler, alıştırmalar, Türkçe kitapları erlerin hayat felsefesi, yaşam öyküleriyle bezenmişti. Onların ruh yapısına, psikolojilerine çok uygundu. Dört dönem okuma-yazma öğretmenliği yaparak, bu tümdengelim metodunu kavrayarak uzmanlaştım. Diyebilirim ki, ben birinci sınıf okutmayı bu askeri okulda öğrendim.
Terhis sonrası, sivil okulda göreve başladığımda gönüllü olarak birinci sınıf aldım. Kasım sonunda otuz öğrencinin 27'si okuma-yazmaya geçti. Üçü de aralık sonunda geçebildi. Okul müdürü, diğer sınıf öğretmeni arkadaşlarım hayret ediyorlardı. İlköğretim müfettişleri ocak ayı içinde denetime geldiler. O yıllarda grup teftişleri önemli idi. Dört müfettiş bir sınıfa girer, bütün çalışmaları didik didik ederlerdi. * Devam edecek