E. TURGUT TEKİN
Attan indik, eşeğe bindik
Bu bir öyküdür, kimse alınmasın.
Zamanın birinde at sevdalısı yaşlı bir adam vardı. Bu adam, kırat sevdalısı idi. Kırattan başkasına binmezdi. Hatta atın sağ sargısına D.P. kalıbını da bastırmıştı.
Köylüler onun atına ve at binişine özenirlerdi. Kahvenin önünden geçerken, kır atın dizginlerini çeker, onu şaha kaldırır, köylülere bir demokrat selamı çakar, öyle giderdi. Köylüler, bu kıratlı adama alışmışlardı. Her akşam kasaba dönüşü selamını alır, ondan bazı havadisleri öğrenirlerdi. O, köylülerin o günlerdeki gazetesi idi. Köylüler onu can kulağı ile dinler, sözü bitince yanlarından ayrılışını, köyden biraz uzakta bulunan çiftlik evine kadar atı dört nala sürüp gidişini bir zaman seyrettikten sonra:
- Koca köy, şu adamın bindiği gibi bir ata binemedik. Hatunlar gibi kara eşek binmekten de öteye gidemedik. Adama baksana, bu yaşta böyle at biniyor ve de dörtnala sürüyor. Bize ne oldu, pazarcı kadınlar gibi eşek binmekten öteye gidemedik, der gülüşürlerdi. Kahveci Memo ise onlara:
- Leyleğin ömrü lak lakla geçermiş. Sizde adamın arkasından ancak lak lak ediyorsunuz. Boşuna heveslenmeyin, her baba yiğit o ata binemez!.. Hele demir kırat herkesi sırtına bindirmez. Siz yine iyisi kara eşeğe binin. Onlar, gülüşür:
- Yahu Memo kirve, neden biz kırata binemeyiz? derlermiş. Memo kirve, onlara hiç çekinmeden şöyle dermiş:
- Ben çocukken bu köyde çok kırata binenler vardı. Onlar öldü, atları boşta kaldı, oğulları o ata babaları gibi binemediler. Kıratlar, öyle üzerinde herkesi taşımazlar. Ama gerçek binicilerini buldular mı, işte o zaman şahlanırlar. Sizler, atın binicisi olamazsınız. O atın seyisi bile olamazsınız. Yaşlı bir adam titrek bir sesle söze karıştı:
- Memo kirve doğru söyler. Köroğlunun atı Abu Hayat suyundan içmiş ve ölümsüzleşmiştir. Köroğlu öldükten sonra, kimbilir kaç kişi bu atın sırtına bindi. Ama hiçbiri, Köroğlu gibi binmiş değildir. Hüner atta değil, atın binicisindedir. Bize ne oluyor bilmem, attan inip, eşeğe biniyoruz. Halbuki amaç ata binmek değil mi? Adı Hasan olan bir amca bu soruyu yanıtladı:
- Ben atımı sattım, bir eşek aldım. Bu yıl çok kurak. Ata arpa saman lazım. Kurak yılda arpa, saman bulmak mesele. Eşeği dışarıda bırak, o yiyecek bulur. Ama at öyle mi? Günde en az, yarım kilo arpa ile bir topba saman ister. Kahvenin bir köşesinde, konuşulanlara kulak misafiri olan Memiş emmi, ince yaşlı bir sesle:
- Siz, bizim köyü 1950li yıllarda görecektiniz. Köylüler birbirlerine inat hep demirkır at alırlardı. Köyden kasabaya pazar günleri bir süvari bölüğü gibi gidilir, gelinirdi. Düğünlerde, papak yarışları yapılırdı. Papak yarışlarında birinci gelenlere birer elbiselik kadife veya Suriye kumaşından giysilik verilirdi. Ben üçüncü gelirdim. Gençlerden biri takıldı:
- Neden sen, hiç birinci gelmez de, üçüncü gelirdin? Yaşlı Kara Memiş emmi, sesin geldiği yere dönüp baktıktan sonra soruyu yanıtladı:
- Yegen, ben o yıllarda bekardım. Üçüncü gelene bir kazma pağaca ile bir adet kızarmış horoz verirlerdi. O yıllarda, düğünler bizde dört gün sürerdi. Haftanın dört günü düğün evinden, üç gününü de aldığım bu papak yarışmalarından geçinirdim. Benim böyle yaptığımı da kimse sezmezdi. Onların hep gözü birinci ve ikincilikte olurdu. Köylüler, Kara Memiş emminin bu sözlerine tekrar gülüştüler. Gülüşme azaldıktan sonra, Muhtar Ali sordu:
, Kara Memiş emmi, şimdi diyorlar ki, Kıratın misyonu öldü? artık başka binekler var!.. Sen, bu söze ne dersin? Kara Memiş emmi, ak sakalının kıllarını titrek elleri ile sıvazladıktan sonra:
- Onu söyleyenler, kırata binmesini beceremeyenlerdir. Kırat öyle herkesi sırtında taşımaz. Biz, millet olarak at sırtında doğduk, at sırtında öldük Ama şimdi nedense, attan indik, eşeğe bindik. Herhalde eşeğe binmek bize daha çok yakışıyor. Bu kafayla daha çok attan iner, eşeğe bineriz!...