
KERİM KIYIK
YASAMA, YÜRÜTME İLİŞKİLERİ
Ülkemizde, yasamanın (Türkiye Büyük Millet Meclisi) yürütmeden (hükümet) ba-ğımsız olamadığını, bu gidişle de, daha uzun süre olamayacağını düşünüyorum. Oysa, de-mokrasilerde kuvvetler ayrı- lığı ilkesi var. Yani; yasama, yürütme, yargı birbirinden bağımsız olacak ve sistemi bu üç kuvvet ayakta tutacak.
Yasama, yürütmeden neden bağımsız olamıyor?
Bizim siyasi partiler yasamızda delege sistemi var. Delegeleri parti lideri; parti liderlerini de, delegeler belirliyorlar. Milletvekili adaylarını da, doğrudan parti liderleri ya da parti liderinin güdümündeki delegeler belirliyorlar. Bu seçim yapılırken, bilgi, görgü, donanım, tutarlılık gibi özellikler gözetilmiyor. Sadece, liderin Bana sadık olsun, yeter ilkesine uyuluyor. Gerçekten, hak ettikleri için seçilen milletvekilleri de, var. Ama, sayıları az. Oysa, buhranlı dönemlerde sadıklar partiyi terk ederlerken, sayıları az olan bu bağımsızlar sonuna kadar savunurlar.
Seçmenler oylarını, seçilecek olan milletvekilinden habersiz, partiye veriyorlar. Bugün seçmenlere sorsak, bir çoğu oy verdiği partiden seçilen milletvekillerinin adlarını söyleyemez.
İşte; Yürütme, lider sultasında seçilen milletvekillerinden oluşan böyle bir yasamanın içinden çıkıyor. Çoğunluğu oluşturuyor. Tasarılarını grup kararı ile yasamaya götürüyor. Grup kararına uymayan milletvekillerini disiplin kuruluna veriyor, hâttâ partiden ihraç ediyor. Milletvekili, milletvekilleri kararlara, tasarılara karşı olsalar bile, karşı görüşlerini belirtemiyorlar. Belirttikleri zaman parti liderinin önce gözünden düşüyorlar, daha sonra da, kara listeye alınıyorlar.. Hâttâ liderin yakın çevresi tarafından dışlanıyorlar. Bu durum, ülkemizdeki tüm siyasi partiler için geçerli. Bu durumda, yasamanın üyeleri olan miletvekilleri bağımsız olabilirler mi? Verdikleri kararlar sağlıklı olabilir mi? Sıkça duyuyorum; Avrupada, Amerikada olduğu gibi bizim yasamamız da; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Yargıçlar ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçsin. Doğrudur, Amerikada, Avrupada üst kurul üyelerini yasama seçiyor. Unutmayalım ki, bu ülkelerin yasamaları gerçekten bağımsızlar. Milletvekilleri donanımlı ve bileklerinin hakkıyla meclislere giri-yorlar. Seçilememe endişeleri yok ve liderlerine bağımlı değiller. Dolayısıyla, verdikleri kararlar adaletli ve sağlıklı. Bizim yasamamızın böyle adaletli ve sağlıklı kararlar verebileceğini şimdilik düşünmüyorum. Radyo ve televizyon üst Kurulu üyelerine bir bakalım. Her üye, kendisini seçen siyasi partinin militanı gibi davranıyor. TİB (Tele-komünikasyon İletişim Başkanlığı) Başkanının söyledikleri devlet adamı ciddiyetinden uzak. Bu olumsuz durumdan nasıl kurtulabiliriz?
Öncelikle, siyasi parti yasası değişmeli. Seçim barajı yüzde onun altına, makul bir seviyeye çekilmeli. Böylelikle, toplumdaki tüm katmanların iradesi meclise yansıyacak,demokrasimiz daha da güçlenecektir. Milletvekili adaylarını doğrudan ilgili partinin üyeleri belirlemeli. Milletvekili adayları belirlenirken, adayın adına değil; bilgisine, görgüsüne, donanımına, tutarlılığına bakılmalıdır.. Bu seçim sırasında kıyasıya bir rekabet yaşanmalı, en iyiler aday gösterilmelidir. Bu yöntemle seçilen milletvekilleri, liderlerine bağımlı olmazlar. Fikirlerini kokmadan, özgürce söyleyebilirler. Aynı oranda, tabanına karşı da sorumlu olurlar. Milletvekillerini tabanın seçmesinden daha önemlisi; donanımlı ve tutarlı olmasıdır. Hiç kürsüye çıkmadan, hâttâ önerge bile vermeden dönemini tamamlayan milletvekillerimiz var. Bir çoğu, kürsüye çıkamadıkları için, kürsüdeki milletvekiline yerlerinden sataşarak yetersizliklerini telafi etmeye (!) ( aslında gizlemeye) çalışıyorlar. Ben merak ediyorum; kitap okuyan, evinde kitaplığı olan kaç milletvekilimiz vardır? Okumayan, araştırmayan hiçbir kimse kendisini geliştiremez, özgüven kazanamaz. Elinde, Dünyanın en büyük üniversitesinden alınmış diploma olsa bile
Milletvekillerimiz donanımlı ve özgüvenli olarak tabanları tarafından seçildikleri zaman, yasamamız yürütmeye karşı bağımsız olacak ve daha sağlıklı kararlar alabilecek. Kurulları seçerken, bürokratları atarken yerindelik ilkesini her zaman göz önünde bulunduracak. Peki, bu günlere hiçbir zaman ulaşamayacak mıyız? Tabii ki, ulaşacağız. Şu anda, ülkemizde ortalama okumuşluk süresi beş yıl. Hâlâ beş milyon insanımız hiç okuma- yazma bilmiyor. Ortalama okumuşluk süresi on yıla çıktığı zaman, tabandan gelen bir baskıyla meclisimizin yapısı değişecek, yürütmeye karşı daha dirençli bir yasama oluşacak. Yürütme de, kuvvetler ayrılığı ilkesini her zaman göz önünde bulunduracak. Tüm bunlara karşın geldiğimiz noktayı küçümsemeyelim. Tek parti dönemlerinden bu günlere geldik. Ben yine de, iyimserliğimi koruyorum. Unutmayalım, on altı milyon çocuğumuzu, gencimizi okul gibi bir kurumda tutuyoruz. Bu nüfus, bir çok Avrupa ülkesini katlıyor. Toplumlar, zaman zaman duraksayabilirler, ama geriye gitmezler. Yazıyı bir fıkra ile bitirelim. Geçenlerde Albayrak caddesindeki Doğa Balıkçılığın önündeydim. Bir avukat, bir tapu müdürü, bir de ormancı O6 plakalı bir araçla Didime gidiyorlarmış. Yanıma yaklaşıp, doğru yolda olup olmadıklarını sordular. Ben de, Doğru yoldasınız, yaklaşık elli kilometre gittikten sonra oraya ulaşacaksınız, dedim. Sağ önde oturan ormancı, başını bana doğru uzatarak, Biz oraya kaç saatta ulaşırız, dedi. Eee, benim de muzipliğim tuttu. Direksiyondaki beyefendinin gaz pedalına basmasına bağlı dedim.