UĞUR MUMCU ÖRGÜTSÜZDÜ:YALNIZDI...

Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 günü öldürüldü.

Önümüzdeki pazartesi günü O’nun hunharca katledilişini anacağız, lanetleyeceğiz.

- Kanı yerde kalmayacak, diyeceğiz.

Bir kat daha üzüleceğiz.

Ve sanıyoruz, “eğer vakit kalırsa”  az-biraz da, düşüneceğiz…

Örneğin, Uğur Mumcu’nun insanlarımızda bıraktığı izi ve etkiyi düşüneceğiz…

2011 yılının medya silindirinde şekillendirilmiş sayın yurttaşlarımıza Uğur Mumcu’yu nasıl anlatıp, nasıl hatırlatacağız?..

Uğur Mumcu, öncelikle iyi bir gazeteci, namuslu bir insandı, diyeceğiz..

Araştırmacı, korkusuz, dikkatli, titiz ve yurtsever bir aydındı, diyeceğiz..

Çetelerin, hortumcuların, derin devletin (gladyo’nun) üzerine cesurca yürüyebilen, tam bağımsız, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin savunucusu, yiğit bir gazeteciydi, diyeceğiz...

Ve onu başımız önde, saygı ile anacağız.

Katillerine lanetler yağdıracağız.

Ancak...

Ancak, O’nun değerli hatırasına saygımızı arz ederek, düşünmemizi sürdüreceğiz…

Tabulara tutsak olmadan, sorgulayan düşüncenin, aydınlık dimağların izdüşümünde düşünmemizi sürdüreceğiz… Ve bu büyük devrimcinin hatırasına saygısızlık etmemeye özen göstererek, şöyle bir geçmişe bakıp, düşünmemizi daha da derinleştireceğiz.

Uğur Mumcu, çetelerle, emperyalizmin gizli-açık, yerel uluslararası her nevi örgütü ile yiğitçe mücadele etti... Tas-tamam, eksiksiz bir gerçektir bu.

Gönlümüzün alkışı O’nunla beraberdir… Yattığı yerde toprağı bol, rahmeti gür olsun...

Ama geçmiş olaylara biraz daha yaklaşarak nesnel bir gözle baktığımız zaman, O’nun karşısında hep düzenli ve sistematik bir yapılanma içinde organize olmuş “teknik” örgütlenmelerin yer aldığını görüyoruz… Güçlü irtibat ve istihbarat ağları içinde disiplinle çalışan, akıl, bilgi, sistemli bir biçimde yönetilen örgütler, örgütlenmeler yumağı ile yiğitçe savaşan bir Uğur Mumcu görüyoruz.

Bu manzara karşısında tespit etmemiz gereken gerçek şudur:

- Uğur Mumcu, örgütsüzdü!..

Yalnızdı!..

Ve dolayısıyla da, bu yüzden ve bu ölçüde “ne yazık ki” güçsüzdü!

Bir saman alevi gibi yükselen, sonra sönerek küllenen toplum psikolojisinin kalp atışları içinde yaşıyordu…

Örgütlü, disiplinli, akılla, strateji ile bilgi ve taktikle yönetilen yapısal bir örgütlenmenin içinde değildi...

Çıplaktı ve korumasızdı.

Ardında, sadece platonik bir sevgi yumağı ve kendiliğinden alev alan ve sonra da kendi başına küllenen bir “güç (!)” vardı...

Uğur Mumcu vakıası, gerek yüreğimiz, gerek aklımız ve gerekse devrimci tecrübe birikimimiz için değerli dersler çıkarılması imkânı taşıyan önemli bir kilometre taşıdır.

Uğur Mumcu’yu saygı ile anan her aydın, O’nun hatırası önünde aklını başına devşirip, ciddiyetle düşünmek zorundadır.

Uğur Mumcu’yu anmak, O’na saygı beslemek ve O’nu alkışlamak yetmez...

Ülkemizin bugünkü koşullarında herkes, kendi çapında ve kendi gücü oran ve ölçüsünde birer Uğur Mumcu olmak zorundadır.

Yalnız olmayan bir Uğur Mumcu olma yoluna girmek ve o yolda yürümek zorundadır.

Birleşmek; güçleri, verimliliği en yüksek bir noktada birleştirmek anlamını taşır.

Bunun adı ise, örgütlü mücadeledir; partileşmektir.

Partileşmek, particilik yapmak, siyasetçilik oynamak değildir.

Türkiye’nin kirlenmiş (kirletilmiş) politik örgütlenme geleneği, taze ve temiz kanlarla yıkanarak aklanmalıdır...

Siyasetin bir meslek değil, bir yurttaşlık görevi ve yurtsever bir sorumluluk bilinci olduğu gerçeği halk vicdanına [yeniden] yerleştirilmelidir.

Siyaset meydanları dezenfekte edilmelidir!..

Üç, dört, beş ve hatta on kâğıtçı insan tipinin, işsiz-güçsüz-başıboş-sergüzeşt insan kimliğinin siyaseti kirletmesine son verilmelidir.

Bütün saydığımız “meli-malı”ların gerçekleşebilmesi için ise, vitrinin önünde olanı biteni seyretmekten vazgeçip öncelikle ve hemen şimdi, “içeri” girilmelidir!..”

Yani, birleşilmeli ve örgütlenmelidir.

Kişisel küçük konforlarımız gözden geçirilmeli ve gerekli olan özveri son ölçeğine kadar seferber edilmelidir.

Evet... Pencereden bakmakla olamayacağı artık anlaşılmalıdır.

Bütün gün konuşup, hiçbir şey yapmamakla, hiçbir şeyin başarılamayacağı artık anlaşılmalıdır.

Tek başına, bireysel başkaldırılarla hiçbir yere ulaşılamıyor.

Bir de şu gerçek var… Evet,  önemliden de önemli bir gerçek:

- İnsan, örneğin, Ankara’ya gitmek istiyorsa... Edirne’ye giden trene binmemelidir!..

Sizlere iyi yolculuklar diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar