SERKAN OKLAY
OĞLUMA YALNIZLIK HİKAYELERİ (7)
Mavi kızıl karıncalar
İlk yılın sonunda yanımda getirdiğim kitapların hepsini okuyup bitirdikten sonra yazmaya başladım. Daha önce okuduğum kitaplarda kaybolmaya çalışırken, artık kendi yarattığım dünyalarda kaybolmaya başlamıştım. Günler, aylar, yıllar boyunca bıkmadan usanmadan içimde yaşadığım ne varsa hepsini yarattığım hayali karakterlere yükleyerek yazdım.
Son dört tanesi hariç oradayken yazdığım hiçbir hikâyeyi, hiçbir romanı okumadım. Yazdığım hikâyeleri ve romanları bitirip son noktayı koyduğumda, tek tek tüm sayfalarını sobaya atarak yaktım. Okumamalıydım çünkü. O boş sayfaları dolduran kelimeler, beni esir alıp hasta eden yalnızlığımın, aklımdan dışarı atılmış mikroplarını taşıyordu. Okursam, yazarken dışarı attığım her şeyi aklımın odalarına tekrar sokarak kendimi zehirlemeye devam edecektim.
Sizi ve eskiyi düşünmemeye çalışıp hiç durmadan yazmaya devam ettim. Yıllar geçtikçe köydeki insanlar da bana alışmıştı. O eski evdeki yalnız yaşamımı yadırgamıyorlardı artık. Sekizinci yılın sonunda köydeki insanlarla iletişim kurmaya bile başlamıştım. Yazmayı istemediğim gecelerde evden çıkıp köydeki kahvede insanlarla sohbet bile edebiliyordum. Yazıp dışarı attığım her şey, içimdeki karanlık odalara ışık girmesini sağlamıştı.
Ancak, dokuzuncu yılın sonunda içimi eskisinden daha çok kemiren başka bir şeye sahiptim: Pişmanlık. Evden ayrıldığım için, daha doğrusu sizden ve kendimden kaçtığım için çok büyük bir pişmanlığım vardı artık. Geriye dönmeyi çok istesem de, nasıl yüzünüze bakıp af dileyeceğimi düşündükçe bu düşünceden vazgeçiyordum. Ta ki seninle çekildiğimiz fotoğraftaki o güzel günü hatırlatan cümleyi duyana kadar…
Evin bahçesinde oturup seni ve anneni düşünürken, bir yandan da hemen evin önünde oyun oynayan çocukları izliyordum. Annenin mutluluk saçan gülüşünü ve senin büyüyüp nasıl biri olduğunu çok düşünmeye başlamıştım artık. Geri dönmek istiyordum. Beni affetmeniz için bulabileceğim geçerli tek bir sebep, eşyalarımı toplayıp hemen yola çıkmamı sağlayacaktı. Ancak ne kadar düşünürsem düşüneyim, kendime bile haklı ve mantıklı bir gerekçe gösteremiyordum. Aklım tüm bunları düşünürken, gözlerim de çocukları izlemeye devam ediyordu. Oyun oynamaktan sıkılıp tek tek dağılmaya başlamışlardı. Senin beş yaşındaki haline çok benzeyen çocuk dışında hepsi gitmişti. Elinde tuttuğu dal parçası ile evin karşısındaki ağacın altını eşeleyip kendince oyun oynuyordu. Onunla konuşmak istedim o an. ‘’Hey! Ufaklık! Ne yapıyorsun orada?’’ diye seslendim. Yüzünü bana dönüp baktığında, bir an seni gördüğümü sandım. Sadece çocuklara özgü bir saflıkla ‘’Karıncalara yuva yapıyorum. Uzağa gidip evlerini kaybederlerse burada yaşasınlar. ’’ dedi. ‘’Aferin sana. Aç mısın sana bir şeyler vereyim mi?’’ diye sordum. Evet dercesine başını salladıktan sonra bana gülümsedi. İçeri gidip ekmeğin arasına biraz peynir ve domates koyarken, senin de küçükken elinde ekmekle oynadığını hatırlayıp gülümsedim. Dışarı çıktığımda gözlerini gökyüzüne dikmiş dikkatle bir şeyleri izliyordu. ‘’Nereye bakıyorsun öyle dikkatli dikkatli ?’’ diye sordum. ‘’Amca bulutlara baksana karıncalara çok benzemiyorlar mı?’’ dedi bana.
Duyduğum o cümle her şeye yeni bir başlangıç yapmam için hareket etmemi sağladı. Sizin yanınızdayken yaptıklarımın ve buraya gelerek kaybettiğim yılların hiçbir zaman telafisi olmayacaktı. Ancak ömrümün geri kalanında sen ve annen olmadan yaşayamayacağımı anladım.
O gece hep aynı cümle tekrarlandı aklımda: ‘’Baba bulutlara baksana! Mavi kızıl Karıncalar!’’ Artık senin ve annenin olmadığı o küçük köyde kalamazdım. Ne olursa olsun size geri dönecektim. Gece eşyalarımı topladım. Sabah olduğunda orada kaldığım dokuz yıl boyunca bana yardımlarını esirgemeyen o güzel insanlarla vedalaşıp yanınıza gelmek için yola çıktım.
Döndüğüm zaman beni hemen affedip boynuma sarılmayacağınızın farkındaydım. Ama geri dönerken kaybedilen onca yıla rağmen bir şeyleri değiştirebileceğimizi umut etmiştim. Ama maalesef hiçbir şey umut ettiğim gibi olmadı.
Annene ölmeden önce beni affetmesi için yalvarıp, yaşadığım ve size yaşattığım her şey için ne kadar pişman olduğumu söyleyebilsem de, seninle hayatımın sonuna kadar bir kez olsun bile konuşamayacağımı annenin cenazesinde anlamıştım. Gözlerimin içine bakıp ‘’Bize yaşattıkların için sen yalnız öleceksin.’’ demiştin bana. O anlarda beni korkutan yalnız ölmek veya seni bir daha görememek değildi. O kelimeler ağzından çıkarken, sizi bırakıp gitmeden önceki o hasta ruhlu adamı gördüm gözlerinde. Oğlumun da benim gibi, kendi içindeki karanlıkta kaybolup hayatını mahvedeceği endişesini taşımak, yokluğunun vereceği acıya katlanmaktan daha ağır gelmişti bana.