MEHMET AKİF İLE KUŞÇUBAŞI EŞREF’İN DOSTLUĞU

 

Mart ayı içinde -12 Mart  İstiklal Marşı’nın Kabulü- ve -18 Mart Çanakkale Zaferi- ile ilgili TV’lerde güzel programlar yayınlandı. Bu programlarda Mehmet Akif’in Hacı Ziya Bey’in damadı Eşref Kuşçubaşı ile olan dostluğu uzun uzun anlatıldı.

Genç nesiller Eşref Bey’i tanımaz. Bilindiği gibi Türk tarihi destan yazmış kahramanlarla doludur. İyi idare ve teçhiz edildiği zaman Türk askeri cesur ve dayanıklı bir savaşçıdır. Bu gibi kahramanlar kendilerini vazifeye, vatan hizmetine adamış, ucuz kahramanlıklara, süslü lakırdılara ve sahte tavırlara yüz vermeyen, samimi, gerçek vatanseverlerdir. Onların kahramanlıkları derin ve içten yaşanan bir duyguydu. Eşref Bey, hayli keskin konuşan biri olarak bilinir. Sözünü esirgemeyen, öfkeli, alıngan, haysiyet kavramlarına sımsıkı sarılmış bir insan. Eşref’in hatıralarında şu özelliği göze çarpıyor. Riskler ne kadar büyük olursa olsun, hedefine ulaşmak için tam bir kararlılık içinde hareket etmesini hep bilmiştir. Yurdundan 31 yıl ayrı kalan Kuşçubaşı Eşref, Demokrat Parti İktidarı döneminde çıkarılan af sonrasında (1953) ilk önce bir süre Mısır’da kaldı. Sonra dönüp Söke’ye yerleşti. Aydın yolunun hemen başlangıcında bulunan bağ evinde fırtınalı geçen bir hayatın anılarıyla yaşadı. Hacı Ziya Bey’in çapraz ateşe tutularak öldürüldüğü faytonuyla Söke’ye gidip geldi. Gündüzleri çok zaman Nabi’nin Kahvesi (Celal Bey Hanı’nda) oturur, yakın dostlarıyla sohbet ederdi. Çok sakin bir görünüşü vardı. Sanki fırtınalı hayatı yaşayan o değildi. Bazen sessizce bir köşeye çekilir, gazete okurdu. Geçmişte yaşadıklarını hiç anlatmazdı. Yaşamı ile ilgili bilgileri akraba gibi yakın tuttuğu Cemal Kutay’a verdiği söylenir.

Kuşçubaşı Eşref Türk tarihine damgasını vuran bir askerdir. Granta Aile Mezarlığında eşi Fatma Pervin Hanım ile yan yana yatıyor. Ruhu şad olsun.

KUŞÇUBAŞI EŞREF-MEHMET AKİF ERSOY

İstiklal Marşı’nın yazarı Mehmet Akif Ersoy ile Eşref Bey’in dostluğu uzun yıllara dayanır. Bu dostluk Mehmet Akif ölünceye kadar devam etmiştir. Eşref, 1922 ile 1953 yılları arasında yurtdışında yaşadığı dönemde de birbirleriyle sürekli mektuplaşmışlardır. Her ikisinin dostu olan İsmet Erarpat, iki dostun yaşamlarından bir kesiti şöyle dile getiriyor:

“1930 senesinin kış aylarını Mehmet Akif ile beraber geçiren Eşref Bey, Mısır’ın havası iyi gelmediği ve ömrünün sonuna kadar yenemediği hastalığı olan seyahat illeti depreştiği için, diyar diyar dolaşmaya başlamış, dostunun vefası da kendisini her gittiği yerde takip ederek, karşılıklı mektupları dosyalar doldurmuştur. Ben rahmetli Eşref Beyefendinin son senesinde bu mektuplardan bazılarını hatıralarını tasnif ederken görmüş ve rica etmiştim. İstiklal Marşı Şairinin eski tabirle pek mükemmel bir hüsnü hat’ta (kaligrafi) vardı. Sahifeler süren mektuplarının satırlarında hiçbir silinti, karalama, cümle düşüklüğü yoktu. Eşref Beyefendiye rahmetli üstadın müsvedde yapıp yapmadığını sorduğum zaman adeta isyan etmişti. “Ne münasebet? Bu ne biçim sual?” Bu gönülden mektupları İbn-i Reşid dönerken, Hicaz hattının son tren istasyonu olan El Muazzam’da, Enver Paşa’nın istasyon şefinin odasında makina başında bize müjdelediği Çanakkale Zaferi’nin heyecanı ile yarattığı ve misilsiz zafer destanını bile, çölün güneşini pek aratmayan mehtabında hıçkıra hıçkıra, fakat müsveddesiz, karalamasız ibdağ etmişti.

Mehmet Akif Bey’in Eşref Bey’e bütün mektuplarında kullandığı gönülden tabir şudur: “Kardeşim, iki gözüm, Eşrefçiğim” Bu mektuplardan çoğu iki eski dostun şahsi ve aile mevzularını tam bir açık gönülüllükle dertleşmeleri, eski günleri yad etmeleri, vatan haberlerini birbirlerine iletmelerinin sohbetleridir.

Mektup Muharrem 1350 (18 Mayıs 1931) tarihini taşıyor. M. Akif’in bütün mektuplarında daima iki tarih ‘Hicri ve Miladi tarihleri kullanırdı. İstanbul’a dönüşünden, ölümünden 5 ay önce yazdığı bu mektup denilebilir ki, gurbet yıllarında İstiklal Marşı Şairinin en heyecanlı ve hüzünlü satırlarıdır. Çok az hadiselerde metanetini kaybeden ve ümitsizliğe düşen üstadı, böylesine eleme sevk eden şekil ve sebep, Eşref Bey’in kendisine yazdığı mektupta bahsetti bir Kıbrıslı Türk’ün sözüdür. Hadise şu:

“Eşref Bey Kıbrıs’a yerleşmiş. Bir Türk ile konuşmuş. Adamcağız demiş ki, “Biz bir Rum çiftliğinde çalışırız. Bizim çiftlik sahibi Aydınlıymış. Seferberlikte ayrılmışlar. Buraya gelip, yerleşmişler. Geçenlerde İstanbul’a gitti. Bir ay kaldı, döndü. Bana dedi ki, ‘Türkler bize benzemek istemişler ama benzeyememişler, bir acaip olmuşlar!. O halde neden bu kadar kan döktüler? Bize benzemek istediklerini söyleselerdi, biz bu işi hem kansız, hem de kolay yapardık’ dedi. Ne demek istediğini anlayamadım”

Eşref Bey’in kendisine ilettiği ve cevap vermediği bu soru Mehmet Akif’i kalbinden yaralamış. 18 Mayıs 1931’de yazdığı mektubun konusu hemen hemen buydu.

Mektup: “İki gözüm Eşref’im. Mektupların muntazam surette geliyor. Bundan dolayı sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Cenab-ı Hak seni de, çoluk çocuğunu da afiyetten, saadetten ayırmasın. O hikaye ettiğin dongul dongul adamcağız, pek doğru söylüyor. Çok maskaralarımız varmış. Utanmaz yüzlerini örten, incecik bir riya perdesiymiş. O sıyrılır sıyrılmaz, öyle bir sefil çehre, ortaya çıktı ki, bütün dünya iğrendi. Teceddüt namına, inkilap namına ebediyen af edemeyeceğim birşey varsa o da şudur; Biz bu yüzler karası maiyetimizi meydana çıkarmayacaktık. İnsanlıktan bu kadar nasibini almayan insanlarımızın varlığını dünyaya ilan etmeyecektik”

Mektubun son satırları şöyle son buluyor. İstiklal Marşı Şairin manevi ve ahlaki bir düşüşü önlemek için icap ederse hayatını verme pahasına, nasıl bir mücadele ve hizmet ateşi ve aşk içinde olduğunu ne güzel anlatıyor. Son satırlar şöyle;

“Gaye uğrunda çalışmak, didinmek, nihayet ölmek ne güzel meşgale. O ne hoş eğlence, o ne mesut hatime. Ben onu şimdi adam akıllı hissediyorum. Acaba o günlerimiz yine gelecek mi? Yine gayemiz uğrunda canımızla başımızla çalışabilecek miyiz? Çıkmadık canda ümit var derler, değil mi kardeşim? Allah büyük... Elbette bizim de atıl batıl oturmaktan kurtulacağımız günler gelecektir. Refikam gerek sana, gerek hanımefendiye arz-ı hürmet ediyor. Emin ile Tahir ellerinizden öpüyorlar. Ben de hanımefendiye ihtiramlarımı takdim ederim. Feridun ile Cuyap’ın gözlerinden öperim. (Mehmet Akif Eşref Bey’in küçük kızı Dikdam’ın adını söylememesi hayretinize gitmesin. Çünkü Dikdam’ın doğum tarihi 1932) İki gözüm kardeşim, Eşrefim 1 Muharrem 1350 (18 Mayıs 1931) Pazartesi. Kardeşin Mehmet Akif

Mektubun sağ altında şu notlar var; “Bugün sene-i kameriyenin iptidası. İnşallah Ümmet-i Muhammed hakkında hayırlı olur dileğiyle”

Mektupda adları geçen Emin ile Tahir Mehmet Akif’in oğlullarıdır. Feridun Eşref Bey’in ilk eşinden olan oğlu, Cuyap ise Sökeli Hacı Ziya Bey’in kızı Fatma Pervin Hanımefendiden olan kızıdır. Kuşçubaşı Eşref’in küçük kızı Dikdam 1932 yılında Girit’te doğmuş. Fatma Pervin Hanım, ikinci çocuğunun erkek olmasını isteği için çok üzülmüş, Eşref Bey onun gönlünü almak için Girit’te genellikle kayalık bölgelerde, bahar aylarında çıkan ve Dikdam adı verilen bir buket çiçeği Fatma Hanıma vermiş ve “Kızımızın adı da Dikdam olsun” demiş. Yıl 1932.

Önceki ve Sonraki Yazılar