E. TURGUT TEKİN
KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNLARI TÜRKİYEDE GERÇEK BİR KÖY EDEBİYATI YARATTILAR
* Önceki sayıdan devam
bu tarihten sonra bu tür romanlara ve yazarlarına karşı öncelikle Atilla İlhan, Fethi Naci gibi yazarların başlattığı tenkitler getirilmiştir. Türkiye, Türk köyü ve köylüsü değiştiği halde, bu eserlerin yazarları hala otuz sene öncesinin köyünü anlatmaktadırIar. Belirli temalar ve tipler etrafında dolaşırlar. Meseleyi sadece eğitim açısından görmektedirler. Estetik seviyeleri sınırlıdır. Romanın esası olan fert bu eserlerde savsaklanmış, insan münasebetleri geliştirilememiştir, gibi noktalarda yoğunlaşan tenkitler beraberinde uzun tartışmaları da getirmiştir. (Bu tartışmalar için bk. M. Bayrak, «Köy Edebiyatı sorunları üstüne görüşler, eleştiriler, tartışmalar. Öykü der. Ocak-Şubat, 1976.
Fakir Baykurt
Diğer eleştiriler;
Dergahçılar, Fakir Baykutu tanıtırken, şöyle eleştiriyorlar. Aynı yapıt Fakir Baykurt maddesi: "Fakir Baykut, Köy Enstitülüye benimsetilmiş, geçmişinde feodalizm bulunmayan gerçekteki Türk Köyünün dış gerçekleri hariç hiçbir temel özelliğini yansıtmayan, önceden tespit edilmiş bir şemaya göre gelişen, sosyal ve aktüel şartlar içinde yeni suni elemanlar ekleyerek eserler vermiş, Türk Romanı'nda batıcı, laik ve üsttenci bürokrat zihniyetin belli başlı temsilcilerindendir. Şive taklitlerinin zaman zaman okunmaz kıldığı, karikatürize ölçüsünün ve mübelağanın karton kişiler oluşturduğu romanlarında belli bir yazı tecrübesi ile kazandığı klasik olay hikayesi kurmada nispeten başarılı olmuştur" deniyor. Bence çok yersiz ve gülünç bir eleştiri. Önce onlar mektebi bırakıp okuma yazmasını öğrensinler. Oysa Fakir Baykut ve romanları bunların anlayışına ve değerlendirmelerine hiç benzemez. Onlar, rahmetli Mehmet Kaplan'ı bile yanlış taklit etmişler. Onların kendilerine özgü bir değerlendirme biçimleri vardır ve bunun ölçülerine uymayanları hep eleştirirler. Onlar Köy Enstitülerini kalıpçılıkla tenkit eden bir anlayışla yazıyorlar. İşe sadece yüzeysel bir açıdan bakıyorlar. Köy Enstitülü yazarları ve bu yazarların yazın hayatındaki asıl amaçlarını, ulaşmak istedikleri hedeşeri anlayıp kavrayamadıkları için küçümsüyorlar. Oysa Fakir Baykurt, "TIRPAN" adlı yapıtının önsözünde bu konuda şunları yazıyor:
"Çabam, bugüne dek, gerektiği ölçüde ve nitelikte yazılmadığına inandığım köylü yaşayışını, halkçı ve devrimci açıdan yazmayı sürdürmektir. Türkiye toplumunun en ağır hizmetlerini ve üretim işini yapan bu insanların bilincindeki ve bilinç altındaki istekleri, tepkileri ve belli başlı çelişkileri, sanatın gereklerini de göz önünde tutarak, yazmanın bir görev olduğunu her geçen gün biraz daha iyi anlıyorum. Edebiyat, tıpkı eğitim gibi insanlarımızı hayata karşı devrimci tavır ve davranışlı yapmada önemli bilinçlendirme aracıdır. Benim eğitim ve edebiyat çalışmalarımın amacı bu noktada birleşmektir" Baykurt yazmaya devam ediyor ve sanat için ise şunları ekliyor: "Sanatta devrimci tavır, hayatı değiştirme tavrıdır. Kitaplarımız bize ün sağlamaktan, ya da kalıcı olmaktan önce, toplumu devrim yönünde etkilemelidir. Hayatı değiştirme amacına yönelmiş bir sanat, insanın birleşmesine ve bilinçlenmesine yardım eder." diyor.
Zaten köy Enstitülerinin felsefesinde, köydeki sefil hayatı yıkmak, köylünün devamlı sömürülmesini ortadan kaldırmak, aldatılmaktan kurtarmak, hurafeden kaynaklanan uyuşukluklardan kurtarmak, onları her konuda aydınlatmak, ürettiklerini gerçek değerle satmak gibi amaç ve hedeşer verilmiştir. Bu durumları romanlarda aydınlatarak, köylüye yön vermek, onlardan kahramanlar yaratmak ve sıkıştıkları zamanlarda onlara yardımcı olacak rehberleri göstermek tenkit konusu olursa, romanın işlevi ne olacak? Amaç köylüyü aydınlatmak, refaha götürmek değilmidir? Baykurt'la bu ve benzeri konuları yüz yüze saatlerce konuşmuştum. Bu romanlar ve bunlarda yaratılan kahraramanlar aracılığı ile köyün geleneksel tarım teknolojisini daha mükemmel hale getirerek, köyü batının bireyci, laik değer ölçülerine ulaştıracak amaçları kavratmaktan ibaretti. Buna bir örnek verirsek, Talip Apaydın'ın romanlarındaki "Ortakçılar"ın kahramanı bir köy enstitüsü öğrencisidir. "Sarı Traktör"deki öğretmen az sayıdaki konuşmaları ile bazı öğütler verir. "Define"de öğretmenle müfettişin konuşmaları genellikle bir bildiri havasını taşırlar. Behzat Ay ise, ilk romanı olan "Dor Ali" kente göç eden bir köylü ailenin yaşam kavgasını işler. Başaran'da ise, ilk yapıtlarının ekseni okul, Atatürk ve vatan, millet sevgisi ile yenileşme, modernleşme çabalarından oluşmuş bir akış vardır. Bu sevgileri ise gerçek anlamda köye getiren ise köy enstitülüler olacaktır. Bunu da Mahmut Makalın 1950 yılında yayınladığı "Bizim Köy" de görmekteyiz. Bizim Köy, Mahmut Makal'ın köy notları gibidir. Makal ve arkadaşları Köy Enstitülerini bitirip Anadolu'nun köylerine dağılan öğretmenlerin kimisi köy notlarını hikaye, roman, şiir gibi ürünler olarak değerlendirdiler. Bazıları ise bir izlenimler derlemesi şeklinde bıraktı. Mahmut MakaI' ın "Bizim Köy" ü bu ikinci gruba dahildir. Yazar Nur Göz köyündeki olayları, yaşayışı, buradan köylünün dünyasını yansıtmaya çalışmış, yapıtını aydınların ilgisini çekmek için hazırlamıştır. Romanda kaba ve harici bir yaklaşımla anlatılan köy ve köylü sorunları Cumhuriyet aydınının halkı tanımamaktan gelen zihni yapısını yansıtır. İşte bunları kavramamış veya kavramaktan yoksun olanlar hep eleştirdiler, öküz altında buzağı aradılar. Halâ da eleştirmeye, yakıştırmaya devam ediyorlar. Oysa bunların hepsi köy çocuğu olup, köyün hertürlü eza ve cefasını yaşamışlardır. Köyü ve köylüyü onlardan daha iyi bilen sanmıyorum.
KEMAL TAHİR BOZKIRDAKİ ÇEKİRDEKLE NEYİ AMAÇLIYORDU?
Ben Kemal Tahir'i hiç görmedim. Yapıtlarının çoğunu okudum. Hakkında da bazı şeyler okudum. Bozkırdaki Çekirdek'i de okudum. Yine Dergahçıların verdiği özetle sizlerin okumanıza sunuyorum. Okuduktan sonra, birkaç cümle yazalım:
Bozkordaki Çekirdek. Roman (Kemal Tahir (Demir), 1967). Eser tek parti idaresi döneminin Köy Enstitüleri uygulamasını konu edinmektedir. Birinci bölümde devrin bu işe memur edilmiş siyasileri arasında enstitülerin kuruluş gayeleri ile icabında kapatılma yolları tartışılır. Daha sonra Çankırı, Kastamonu ve Çorum topraklarının birleştiği yerde kurulacak Dumanlıboğaz Köy Enstitüsü için ülkücü eğitimcilerden Halim Akın görevlendirilir. Enstitücülerin çevreden topladıklan yirmi iki çocuk ile başladıkları çalışmalar, köy çocuklarının aza kanaat ve çile çekme gücü alabildiğine sömürtülerek sürdürülür. Ancak öğretmenlerin köylülerle müspet münasebetler kuramamaları yüzünden, zaten temelde köyün sosyo- ekonomik yapısına ters düşen uygulama zaman zaman çatışmalar doğurur.
Bu çatışmaların romana eklenti gibi duran en geniş kısmı köyün zenginlerinden Zeynel Ağa - Kara Derviş ikilisi ile olanıdır. O civarda kendir ekerek esrar üreten ve bu yoldan büyük kazanç elde eden Kara Derviş, enstitünün su borularının kendi arazisi üzerinden geçmesi üzerine boruları tahrip eder. Çatışma hızla gelişir. Enstitücülere yardım eden Şirin Köy'ün eğitmeni Yamörenle Murat köyün kahpesi Sultan ile basılır. Sahtekarlığı ilan edilerek hapsedilir. Sonunda enstitücüler tarafından kurtarılır. Beri yandan Kara Derviş öğretmenlerden Emine Güleç'i barındığı değirmene kaçırmıştır. Enstitücüler yardıma gelirler, Murat eğitmen Derviş'in kurşunları ile vurulur; Emine de Derviş'i balta ile öldürür.
Kemal Tahir, bu uygulama üzerine görüş ve tenkitlerini müfettiş Şelik Ertem aracılığı ile sürdürür. Buna göre Enstitüler CHP fikriyatının ve iktidarının rahatça sürdürülmesi için kurulmakta, rejimin köyden çıkıp köye yönelecek bekçileri yetiştirilmek istenmektedir. Köyün geleneksel yapısı içinde kalması değişim ve gelişiminin kontrol altında tutulması gerekmektedir. Ancak geçmişinde alabildiğine hür bir düzen içinde yetişmiş olan Anadolu köylüsü yapısına yabancı uygulamaların baskıcı tatbikatına karşı direnecektir. Bu direnişler batılılaşma hareketlerinin devlet tarafından yürütülmeye başlandığı tarihten itibaren içe dönük bir tavırla, kendi kabuğuna çekilme yolu ile gerçekleşmiştir. Bu sebeple Anadolu insanının cevheri sımsıkı saklanarak kıskanç bir biçimde korunmuştur. Tohumun toprağa düşüp yetişmesi, filiz vermesi söz konusu olamaz. Aksi takdirde çıkan filizler budanacak çekirdek de çürüyüp gidecektir. Yazarın Anadolu insanı üzerine geliştirdiği bu düşüncelerinin yanında, roman Köy Enstitülerine yöneltilmiş tenkidi eserlerin başta gelenlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Kuruluş, dil özellikleri ve tipleri açısından bu eser, Kemal Tahir'in romancı olarak bütün hususiyetIerini yansıtması bakımından da dikkate değerdir.
K. Tahir Demir
SONUÇ
Ben göreve başladığımda, Köy Enstitüsü çıkışlı ağabeylerimizle birlikte çalıştık. İnsancıl, görevlerinin bilincinde, zamanı çok iyi ve yerinde kullanan insanlardı. Köy toplumunu ve o toplumun psikolojisini çok iyi biliyorlardı. Köydeki örnek kişilikleri ile köy halkı tarafından seviliyorlardı. Köylüler, bir iş yapacakları zaman, "Bir de öğretmenlere danışsak. Bakalım onlar ne diyecek?" derlerdi. Birgün benden kıdemli bir arkadaşım okula gelmemişti. Köylü gelip sordu, ona olmadığını söyledim. Bana, "Hocaya bir dilekçe yazdıracaktım. "Ona, ben yazarım dedim. O, sende yazabilin mi? deyince güldüm. Niye yazamam mı? deyince, bu kerre o gülerek:
-Biz onlara alıştık. Elbette sende yazarsın, dedi. Dilekçesini yazdıktan sonra:
-On yıldır, bu adamlar bize çok şeyler verdi, çok şeyler, onlara alıştıkta, sizlerin yapıp yapamıyacağınızdan kuşkuluyuz, dedi.Gerçekten bizler birşeyler yaptık mı, ben kuşkuluyum.
- Bitti -