E. TURGUT TEKİN
KÖY ENSTİTÜLERİNDE YETİŞEN DEVLER
Önceki sayıdan devam FAKİR BAYBURT (1929-1989)
Öykü Kitabı bizim İnce Kızlar basılır ve 7 kitaptan oluşan Özyaşam öyküsünü bititir. 10 Mart'da Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Yardımlaşma Vakfı tarafından Fakir Baykurta Saygı Gecesi düzenlenir. Bu yıl Yarım Ekmek romanı da yayımlanır. 1998 yılında Telli Yol öykü kitabı ile birlikte, Özyaşam dizisinin ilk cildi Özüm Çocuktur yayımlanır. Gezi yazılarının bir bölümünü Dünyanın Öte Ucu (Avustralya Gezi İzlenimleri) adıyla yayımlanır. Benli Yazılar deneme kitabıyla birlikte Özyaşam dizisinin ikinci ve üçüncü ciltleri (Köy Enstitülü Delikanlı; Kavacık Köyünün Öğretmeni) çıkar. Nisan genel seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir Milletvekili Adayı olur.11 Ekim Pazartesi günü, 6 Ekimden beri tedavi gördüğü, Almanyada Essen Üniversitesi Kliniğinde yaşama veda eder.
Fakir Baykurt'u tanıdığımda, genç bir öğretmendim. Dinar'da Cumhuriyet Meydanı'ndaki bir lokantada öğlen yemeği yedik. O yıllarda 80 bin üyeli öğretmenler Sendikasının Başkanı idi ve başı bakanlıkla dertliydi. Bana yakınlığı, Dinar'dan falan değildi. Onu Şavşet'e sürmüşler. Bir ara bizim Posof'a gitmiş. Posoflular, özellikle öğretmenler çok iyi karşılamışlar. İki gün konuk etmişler. Posof'u ve çevresini gezdirmişler. Bu da onun hoşuna gitmiş. Rahmetli anlatırken:
-Posof'un milli yemeği olan hingeli, kaz kavurmasını, armudunu, elmasını, etini, tereyağını hiç unutamadığını defalarca söylerdi. Hatta birgün bana yokmu, buralarda bir Posoflu, hingel yapsada yesek, demişti. Ona:
- Eşim Erzincanlı, ama Posof'ta kaldı. Annem ona hingel yapmayı öğretmiş.
Arasıra yapıyor, yiyoruz. Tam Posof işi olmasa da idare ediyor. Dilersen bu akşam köye gidelim. Sana bir hingel yediririz. Çok sevindi ve o akşam Kara Yusuf'un taksisi ile köye çıktık. Köyde elektirik olmadığı halde, benim akülü televizyonumu görünce:
-Ey gözünü sevdiğim öğretmenim. Sen köye ışık getirmişsin. Seni kutlarım. İşte gör, I970'li yıllarda Türk köylerinde elektrik yok. Fakir Baykut seni ve bu köyü bir öykü yapsa, gerçekleri yazsa yobaz politikacılar hemen kominist damgasını yapıştırırlar. Oğlum kendine dikkat et. Böyle şeyler tekin değil. Ona iki kilometre aşağıdaki bir dereden eşeklerle nasıl su taşıdıklarını gösterdim. Başka diyeceğim yok. Sen benim romanlarımdaki kahramanlardan birisin. Bu işi çözmeyi düşünüyor musun?" Ona evet dedim. Projemi anlattım. Bu kadar basit demek. Eğer kukara yardımcı olmazsa, ben sendikadan sana 20 bin lira motopompparası vereceğim, "dedi. Ankara'dan motopomp parasının çekini alınca yanına gittim. Ona çeki gösterip, bu işi çözdüğümü anlatınca, kahkahalarla güldü. Bana bir paket kitaplarından birini verdi.Sonra şunları söyledi:
- Bak kardeşim, bizim davamız, eğitim ve eğitimci davasıdır. Köylü davasıdır. Sende bende ve bizim gibi milyonlarca aydınımız var. Çoğu sorunlara eğilmiyor. "Yumurtadan çıkmışta kabuğunu beğenmiyor". "Bizler öyle olmayalım. Halk çocuğu olduğumuzu asla unutmayalım." Baykurt'un bana anlattığı son sözleri bu oldu. Ondan sonra Baykurt'la görüşemedik.
Onu yakından tanımıyanlar, davasını bilmezdi. Bir köylü çocuğu savcı, sorgulama anında ona ne demiş? Şöyle demiş:
-Hocam hocam, bende köylü çocuğuyum. Sizi herkesten çok anlıyorum. Düzen, kediye aslanı boğduruyor. Onun için sizden ricam herşeyi doğru söylemeyin. Bunları yazarsam, seni yargıya göndermem gerek. Bırakta ben bildiğim gibi yazayım. Sonra suçlanmıyasın. Dedim ki, sen doğruları bil de, yine bildiğin gibi yaz, bunu anlatır ve bizi güldürürdü. Ruhu şad olsun.
DURSUN AKÇAM
Dursun Akçam Kimdir ?
Dursun Akçam Ardahanın Ölçek köyünde 1927 yılında, kendisinin de kesin bilemediği bir günde yoksul bir köylü çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bir yazın ustası, bir devrimci olarak halk ve öğretmen savaşımında adını duyurmuş, 19 Eylül 2003 tarihinde çarıklarla geldiği Kaf Dağının ardına yalınayak dönmüştür.
Babası Ölçek köyünde Deli lakabıyla anılan Hasanların Eyüptür. Eyüpün dedesi Murat şimdi Gürcistan sınırları içerisinde bulunan Ahıskanın Vale köyünden gelmiş, 19. yüzyıl ortalarında Ölçek Köyü kurucuları arasında yer almıştır. Dursun Akçamın dedesi Hasan, 1915 yılı dolayındaki bir Rus işgali sırasında kılıçla öldürülmüştür. Dursun Akçamın annesi Seyhatın babası Aslan da Ahıska kökenlidir, annesi Nazeyse, eski adı Bangis olan Taşlıdere köyünün Kürtlerindendir.
Akçamın doğuşu ve sonraki yıllar, Kuzeydoğu Anadoluda bitip tükenmek bilmeyen savaşların sonrasına denk gelmektedir. Ardahan Türk, Rus, Ermeni, İngiliz, Gürcü birlikleri arasında kanlı savaşlara sahne olmuş, iki yıl içinde altı kez el değiştirmiştir. 1915 kaçakaçlığında, anası Seyhat, Dursun Akçamın ağabeyi İsfendiyarı sırtındaki bir heybede günlerce taşıyarak karla kaplı dağlardan Ahıskaya kaçırmıştır.
Çocukluğunu yoksul bir köylü çocuğu olarak, açlık içinde, yörenin soğuk iklimi ve türlü zorluklara göğüs gererek geçiren Dursun Akçam köyde açılmış halk dershanesinde okuma yazma öğrenmiştir. Bir süre Kuran kursuna da giden Akçam Kuranı ezbere okuyacak derecede başarılı olmuştur. Daha sonra Hayber Kalesi, Hazreti Alinin Cenkleri gibi bulabildiği her türlü yazılı kitabı ve belgeyi yutarca okumuş, okumayı sürdürüp memur olmayı, köyün yoksulluğundan kurtulmayı kafasına koymuştur. Bu amaçla Ölçek Köyü ile Ardahan arasındaki o zaman 14 km. olan stabilize yolu çarıklı çocuk ayaklarıyla defalarca yürümüş, üç kez gittiği 23 Şubat İlkokulunun bahçesinden dilenci sanısı ile kovalanmıştır.
Dördüncü denemesinde döneminin cumhuriyet aydınlanmacısı öğretmenlerinden birisinin dikkatini çekmiş, girdiği sınavda gösterdiği başarı ile 23 Şubat İlkokuluna dördüncü sınıftan kayıt olmuştur.
İlkokulu bitirdikten sonra Cilavuzda açılmış Köy Enstitüsüne girmek için başvuran Dursun Akçamın isteği kasaba ilkokulunu bitirmiş olduğu için geni çevrilmiştir. Yönetmeliklere göre, Köy Enstitülerine köy ilkokullarını bitirmiş köylü çocukları alınmaktadır
Dursun Akçam bunun üzerine İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguça mektup yazarak okuma arzusunu bildirmiş, haksızlığın düzeltilmesini istemiştir. İsmail Hakkı Tonguç, Dursun Akçama kendi el yazısı ile yazdığı yanıt mektupta, girişimci gücü ve savaşımcılığından ötürü kendisini kutlamış, Cilavuz Köy Enstitüsü Müdürüne gerekli yönergenin verildiğini, kendisinin Köy Enstitüsüne kabul edileceğini bildirmiştir.
1950 yılında Cilavuz Köy Enstitüsünü bitiren Dursun Akçam, Cilavuz Köy Enstitüsünde iken tanıştığı, Dikan Köyü öğretmeni Perihan Akıncı ile yaşamını birleştirmiştir. Perihan Akıncı da İstanbullu, Balkan göçmeni soylu bir aileden gelme emekli subay Kemal Akıncı ile Hanak Köyünden Kayaların Selvinazın kızıdır. O tarafta da başka bir kültürler karmaşası vardır.
Dursun Akçam Kağızmanın Oluklu Köyünde, kendi köyü Ölçekte öğretmenlik yaptıktan sonra 1958 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü kazanarak burada eğitimini sürdürmüştür. Gazi Eğitim çıkışından sonra Ardahan Ortaokulunda öğretmenlik yapmış, 27 Mayıs 1960 Devrimini sırtında yedeksubay üniforması ile karşılamıştır.
1960 yılı haziranı, aynı zamanda Akçam ailesinin Ardahandan ayrılma tarihidir.
Dört çocuğundan Alper 1952, Taner 1953, Yasemin 1954, Tümer (Cahit) ise 1956 doğumludur.
Keskin Ortaokulu Müdürlüğüne atanan Dursun Akçam daha sonra Kırıkkale Lisesinde Türkçe- Edebiyat öğretmeni ve müdür yardımcılığı görevlerine gelmiş, 1964 yılında da Ankara Demirlibahçe Ortaokulu Müdürlüğüne atanmıştır.
1965 yılından başlayarak anı, röportaj, gezi izlenimleri yazan Dursun Akçam gözlem ve birikimlerini kurgu gücüyle birleştirerek öykü ve romanlar da yazmaya başlamıştır.
Analarımız adlı dizi yazısıyla Bir Yurt Gerçeği dalında Karacan Armağanı, Haley adlı öyküsüyle Altın Portakal, Kanlıderenin Kurtları ile Türk Dil Kurumu roman ödüllerini kazanmıştır.
Bir yandan da öğretmen örgütlülüğü içindeki savaşımını sürdüren Akçam Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu Saymanlığı ve arkasından kurulan Türkiye Öğretmen Sendikası (TÖS) ikinci başkanlığı görevlerini üstlenmiştir.
Dönem koşullarında TÖSün seksen bin üyesi ile yüz yirmi binin üzerinde öğretmeni iş bırakmaya götüren 1968 öğretmen boykotunun en etkin önderlerindendir.
12 Mart 1971 darbesi sonrasında tutuklanmış, bir yıla yakın bir süre Mamak Muhabere Okulu ve 4. Kolordu Askeri Cezaevlerinde tutuklu olarak kalmıştır.
Yetmişli yıllarda yazınsal çalışmalara ağırlık veren Dursun Akçam birçok kez öğretmenlikten açığa alınmış, Anadolunun çeşitli yerlerine sürgünlere gönderilmiştir.
Demokrat Gazetesi sahibi olarak politik savaşım ve gazetecilik uğraşı içinde de yer alan Akçam 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından, Kuşadasından gizlice bir gemiye binerek yurtdışına çıkmıştır.
On bir yıl Almanyada sığınmacı olarak kalmış, Hamburgda yaşamıştır. Bu arada Türkiyede hakkında art arda davalar açılmıştır.
Ülkenin demokrasiye dönüş girişimleri içerisinde, hakkındaki davaların düştüğü yetkili ağızlarca kendisine bildirilmiş olmasına karşın 1991 yılı dönüşünde Ankara Esenboğa Havaalanında gözaltına alınmış, Emniyet Sarayı Asayiş Şubede zor koşullarda birkaç gün geçirmek zorunda kaldıktan sonra özgür kalabilmiştir.
Bir sonraki Almanya dönüşünde de gözaltına alınmaktan kurtulamayacaktır
Türkiyeye döndükten sonra Kuşadasına yerleşen Dursun Akçam ömrünün kalan yıllarını burada tamamlamıştır.
Aile, Ankarada zaman zaman bir araya gelmekte, özlem gidermektedir. Ölçek Köyünde de büyük oğlu Alperin girişimi ve eşi Perihan Akçamın çileli emekleri ile bir ev yapılmıştır. Haziran ayı ortalarında eşi Perihan ve büyük oğlu Alper ile burada on on beş günlük birliktelikler yaşamaktadır Akçam.
2003 yılı Haziranında keyifsizdir Sürekli bir kırgınlık, üşüme, ateş ve öksürük yakınmaları vardır. Oğlu Alperin Ardahana gidip bir akciğer filmi çektirme önerisine kötü bir şey çıkabileceği olasılığı nedeniyle karşı çıkmıştır. Aile içinde de küçük tartışmalar yaşanmıştır o yaz başı.
Dursun Akçam bir daha buraya gelmeyeceğim diyerek, küskün ayrılmıştır Ardahandan. Uğurlarına ömrünü adadığı akrabaları, köylüleri, hemşerileri yalnızca çıkarcı amaçlarla ilişki kurmaktadır kendisiyle ve arkasından dedikodular yapılmaktadır.
18 Temmuz günü Kuşadasından Bursadaki doktor oğlu Alperi arayacaktır. Ben bir film çektirdim oğlum. Çıkan sonuç sanıyorum korktuğum gibi diyecektir. Kuşadasında konmuştur akciğer kanseri tanısı.
Ankarada yapılan bronkoskopiden sonra tanı kesinleşecek, başlanan kemoterapi Dursun Akçamın tüm beden dengesini altüst edecektir.
Hastalıklı bir yaşam yakışmamaktadır ona Sıkıntılar içinde evle hastane arasında geçen iki aylık bir sürede son adıma yaklaşacaktır. Konuşması da bozulmuş, söyledikleri anlaşılmaz olmuştur. 18 Eylül 2003 akşamı cep telefonundan eve dinlenmeye gitmiş doktor oğlunu arayıp hoşça kal gibi bir şeyler söyleyecektir Akçam. O son geceyi çok sevdiği ve kendisinden yıllar önce ölmüş küçük kardeşi Kerimin oğlu Orhanla geçirecektir.
Sabah erken saatlerde bilinci bulanacak ve akşam 17.00 dolaylarında yaşamdan ayrılacaktır Dursun Akçam.
Işığını, yaşam sevincini geride kalan tüm insanlığa bırakarak
*** Devam edecek