Hep kavga ederek mi anlaşacağız?

Hayvanlar kendi aralarındaki problemlerini, yaşadıkları soğuklukları koklaşa koklaşa hallederler.

İnsanlar da buna benzer problemlerini konuşarak hallederler. Bu yo en doğal yollardan birisidir.

Yoksa dövüşle dövüşe hangi problemler halledilmiştir ki?

Dövüşmek, yeni yeni, düşmanlıkların ortaya çıkmasını sağlamamış mıdır yıllarca? Dövüşen  insanların ellerine ne geçmiştir, düşmanlıktan başka.

Evet atalarımız demiştir bu güzel sözleri. İnsanlara nasihat olsun diye.

Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşırlar.

Toplumumuzun büyük çoğunluğu da konuşarak problemlerini çözme yoluna gidiyor. Lakin birileri, konuşmak yerine kavga etmeyi yeğliyorlar.

Karşılıklı konuşurlarken dahi, bir birlerini kırmaktan hiç çekinmiyorlar.

Zaman zaman öyle bir hal alıyorlar ki, toplum içinde konuşulamayacak şahsi konuşlara dalıyorlar, sonucunda da mahkemelik oluyorlar.

Böyle kişiler toplum içerisinde kendilerini şirin göstererek  taraftar bulmakta da acemi kalmıyorlar.

Kısa zamanda kendilerini destekleyen insanları buluyorlar ve hakli bir anda ikiye bölebiliyorlar.

Hayvanlar dedik. Kokluyorlar birbirlerini.

Kendi kokularını karşısındaki hayvan arkadaşına bulaştırarak dost olduğunu gösteriyorlar.

Bir tek düşmanlıkları yiyeceklerini korumakta ortaya çıkıyor. O da aç kalma korkusu duygularından olsa gerek.

İnsanlar ise koklaşmaktan pek hoşlanmazlar.

Daha doğrusu, birinin kullandığı kokuyu, diğeri beğenmeyebilir. Onun için konuşa konuşa anlaşırlar. Tatlı dille, güler yüzleri ile.

Dün televizyon ekranlarında Türkiye Başbakanının bazı gazeteciler tarafından iyice sıkıştırıldığı halde, kendinden emin bir şekilde sakin sakin sorulara cevap verdiğine şahit oldum.

Gazetecilerin almak istedikleri cevap tuzağına düşmedi Sayın Başbakan.

Gazeteciler ısrarla sordular.

Avrupa Birliğinin Kıbrıs konusunda Türkiye’den istediği tavizlere karşılık olarak, köşe yazarların almak istediği cevap başka idi.

Hatta, bir ara öyle sıkıştırma oldu ki, PKK’ya af getirilmesi konusu masaya yatırıldı. Burada da Başbakan’ın net ve kati cevabı etkili oldu.

Sorulan onca sorulara karşılık Başbakan hep milletin istediği gibi konuştu ve ekledi.

“Sosyo-ekonomik tedbirlere ağırlık vereceğiz, alt yapı çalışmalarından kaynakların durumuna kadar bir dizi araştırmalar yapıyoruz. Kentsel Değişim-Dönüşüm Projesi çerçevesinde önemli bir adım atıyoruz. GAP’la ilgili 5 yıl hedefli bir çalışma başlatacağız. Barajları bitirmeyi hedefliyoruz. Yeni sulama kanalları açacağız. Oto ve duble yollar ile ilgili çalışmalarımız var. Bütün bu çalışmalarımız GAP Projesi kapsamında.”

Bence Sayın Başbakan’ın gazeteciler karşısında yaptığı bu açıklamalar beklenen açıklamalardı.

İnsanların konuşa konuşa anlaşabileceklerini bir kez daha göstermiş oldu. Sinirlenmeden.

Belki bu televizyon programı tüm Türk insanları tarafından izlenmemiştir. Ancak, Türkiye’yi yönetenlerin kendi aralarında oluşan sert,  bazen o kadarda çirkinleşen söylemlerini tüm ülke insanları  duyuyor ve dinliyorlar.

Böyle konuşmaların ülkeyi kutuplara böldüğünü iyi biliyoruz ve bölünen yılları hiç unutmadık.

Başbakan’ın cevapları istenilen plan doğrultusunda olsaydı, bu günkü medyanın bayramı olacaktı belki de. Reytinğler kırılacaktı. Ama olmadı.

Şimdi ne alakası vardı bu hikayenin konu ile diyeceksiniz. Çok alakası var tabiki.

Eğer bugün Türkiye’de bir gerginlik yaşanıyorsa bunun sorumluları öncelikle iktidar ve muhalefettir.

Gerginliğin ana destekçileri de medyadır.

Maalesef medyamızı sorgulamamız gerekiyor. Çünkü medyamız bizleri iyi yönlendirmiyor.

Bugün Türkiye’de iktidar muhalefet arasında bir gerginlik varsa... 

 Kör döğüşü yapılan  sistemde millete ne olup bittiği bildirilmiyorsa…

Artık halkın medyada okuduklarına inanası gelmiyorsa… 

Ülke, Siyaset, tarikat ve kirli sermaye ile iç içe yaşıyorsa… 

Medya bizleri, televole kültürleri ve reytinğleri ile esir aldıysa... 

Her gün televizyon ekranlarında  vurdulu, kırdılı, çalacı, çırpıcı mafya tarzlı filimler beynimizi dolduruyorsa… 

 Fikir ve inançlarımızla oynanıp, yeni yeni haritalar çizdiriliyorsa… 

Dünyanın gözlerini Türkiye’de çıkan en ufak bir olayda dört açılıyorsa…

Büyük Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh”  söylemleri ile uysal uysal yatıp kalkıyorsak…

Her gün bölünme korkusu yaşıyorsak…

Sınır sorunlarımızı,  dünyanın en uysal milletiyiz diyerek içimize gömmeye çalışıyorsak…

Büyük imparator Mete Han’ın “EĞER SINIRLARINIZDA BİR SORUN VARSA, BUNU GİDERMENİN TEK YOLU SINIRLARINIZI GENİŞLETMEKTİR” sözünü unutuyor veya hatırlamıyorsak…

Ve Büyük Atatürk’ün 1933 yılında General Mac Arthur’a söylediği “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse, Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik’te dahil, Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım” hatırlayıp;

Kuzey Irak’ta kurulacak Kürt Devletine Atamın arzusu olan yeni Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını içeren bir harita gösteremiyorsak…

Sorumluluğu medyanın sermayelerin esiri olmasınındır. 

Medyanın sermaye yapısı değişmeden bu ülke asla düze çıkamaz.

Hükümetleri her beş yılda bir sorgulayabiliyoruz. Ancak medyamızı sorgulayamıyoruz. Onların sorgulanması işini tarihlere bırakarak bizlerde sorumlu oluyoruz.

Esas tehlike konuşmaktan korkan, sinirlenerek bağıran ve birbirine devamlı sataşanları pof poflayan medyalardan kurtulmadıkça düzelemeyeceğiz.  

 Asıl tehlike burada...  

 Gerek medya, gerekse  yönetenler, kişisel çıkarları için bir ülkenin geleceğini ile oynuyorlar.

Hayvanlar koklaşıp anlaşıyorlar, batılılar konuşup anlaşıyorlar. Bizimkiler  kavga ederek anlaşacağa benziyor. Sevgi, saygı ve hürmet varken ne gerek var kavgaya. Ne dersiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar