ABDULLAH ZİYA KABAK
BİZİM KAHVEHANE
Bugün batı, kış mevsimine girdi. Rakım yüksek olan yerlerimize ilk kar yağmıştı. Ama batının batısı olan bu bölgeler, on ikinci aya kadar, sonbahara yaşamaya alışkınız. Bundan dolayı üşüyen Zühtü Bey, sıkı giyinip kahvehaneye gitmek üzere yola çıktı. Yolda birkaç çiftçi arkadaşları ile ayaküstü beyaz altın diye adlandırılan pamuktan söz ettiler. Çiftçiler, ürünlerinin iyi olduğunu söylerken, para durumundan dolayı mağdur olduklarından dile getirdiler.
Zühtü Bey, onlardan ayrılıp tekrar yürümeye başladı. Sağlısollu araçlar arasında zikzak çizerek yol alırken, kanunsuz şehrin çilesi diye iç çekiyordu. Sonunda dayanamadı, mahalle içine daldı. Araçsız sokaklarda yürüdükten sonra kahvehaneye ulaştı. Genç delikanlı garson, onu kapıda karşıladı. Her zaman oturduğu masaya ilişti. Gazeteleri göz gezdirirken, garson taze bir çay getirip masaya koydu. Getirilen çayı yudumlarken, içeriye hoca ve Yılmaz Bey girdiler. Samimi bir atmosferde kucaklaştıktan sonra sohbetlere girdiler. Açılış konuşmasını hoca yaptı:
Beyler, Cumhuriyetimizin seksen altıncı yılını kutladık. Ne yalan söyleyeyim, bu gidişatla yüzüncü yılını görür müyüz bilmem. Çünkü yurttaşlar, oldukça duyarsız görülüyor olmasıdır. Oysa köyümüzün birisinde, tüm evler bayrakla süslenip davulzurnalarıyla kutlamaları; gurur vericidir. Diğer köylerde böylesine coşkulu bir köy varmıdır bilmiyorum? Seneler geçtikçe yozlaşıyoruz dedi.
İkinci sözü Yılmaz Bey aldı.
Gözlerime inanamıyorum. Bu ülke için canlarından can üreten, ciğerinin parçası olan evlatlarını bu ülke için feda edip, vatan sağ olsun deme erdemliğini gösteren şehit ve gazilerin ailelerine yürütmüyorlar. Öte yandan son günlerde, Türk bayrağına karşı bir olumsuz bir yaklaşım var. Türk bayrağı, bazılarına göre azınlıklara karşı kışkırtıcı olarak nitelendirilmeye çalışırken; diğer tarafta PKK bayrakları ile dolaşanlara hoş görü ile bakılmasına ne demeli?
Nihayet bin yıldan beri beraber yaşayan bu tolumu bu hale getirdiler. Oysa asırlarca, kız alıp kız verdik birbirimize. Ne çare ki tabanda akrabalık konuları durma noktasında. Çünkü taban, gün geçtikçe kutuplaşmaya gidiyor. Allah sonumuzu hayır etsin dedi.
Son konuşmacı Zühtü Bey oldu. Zühtü Bey, konuyu Cumhuriyet Bayramı'na getirdi.
Çocukluğumda yaşadığım bir Cumhuriyet Bayramı'ndan söze girmek istiyorum. Yıl 1958 idi. Cumhuriyet Bayramı'ndan bir gün öncesi, tüm köylüye yetecek karda her türlü yemekler hazırlanmıştı. Sabah, köy heyeti öncülüğünde okula gidildi. Tüm köylü, okul bahçesine geldi. İlk konuşmayı köy öğretmeni yaptı. Onun arkasından, köy muhtarı söz aldı. Onun arkasından köyün imamı konuştu. Beşinci sınıf öğrencileri, şiirler okudular. O gün akşama kadar davullarzurnalar çaldı. Akşam olunca, Anafartalar adlı piyes oyunuyla Cumhuriyet Bayramı sona erdi. Burada da böyle bir Cumhuriyet Bayramı yapılabilinirdi. Bir hafta öncesinden söke halkına bayrak dağıtılarak, yurttaşlara bayrama hazırlanırdı. Belediye bando takımı, sabah merasim öncesi caddelerde gösteri gezisi yapabilirdi. Belediye hoparlöründen günün anısına uygun şiirlerşarkılar ve konuşmalar yapılabilirdi. Belediye önünde, kurtuluş savaşında şehit düşenlere ve gazilerin anısına lokmalar döktürülürdü. Yani sizin anlayacağınız, cumhuriyet bayramını halkın duyarsızlığı damgasını vurdu dedi.
Hoca, haftaya buluşmak üzere oturumu kapattı.