ÖZCAN PEHLİVANOĞLU

ÖZCAN PEHLİVANOĞLU

“AŞAĞILIK DÜZEN”E BAŞKALDIRI...

Etrafınıza şöyle bir bakın ve kendinize “mutlu muyum” sorusunu sorun. Eğer samimi ve orta akıllı bir insansanız, bu soruya cevabınız olumsuz olacaktır. Neden mutlu olalım ki!

Binlerce yıldır bu topraklarda olduğumuzu ve öncesini saymayalım son bin yıldır da bu topraklar üzerinde Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı – Türk İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti devletlerini kurarak egemenliğimizi sürdürdüğümüzü söylüyoruz. Peki “insanı yaşat ki; devlet yaşasın” prensibini bu kadar süre içinde ne kadar yerine getirebildik diye düşünüyor muyuz? Ya da insan veya geçmişte teba günümüzde ise vatandaş odaklı bir yaşam oluşturabildik mi?

Bu topraklar üzerinde adalet ne zaman doğru, hızlı ve adil bir şekilde dağıtıldı? Hukuk karşısında eşitlik hiç sağlanabildi mi? Devlet, uyguladığı vergi sistemleri ile halkı ezmekten ne zaman vazgeçti? Üreten bir toplum olmayı başarabildik mi? Emeğin karşılığını hakkaniyetle verebildik mi? Bilimin peşinde koşabildik mi? Bilimle aydınlığı arayabildik mi? Eğitimli, onurlu, tarihini, kültürünü ve ayakları üzerine durmayı bilen ve yarını emanet edebileceğimiz nesiller yetiştirebildik mi? İnsanlarımızı can alıcı olaylardan koruyarak huzurlu ve güvenli yaşatabildik mi? Deprem coğrafyasına uygun planlı şehirler kurup, alt yapılarını yapabildik mi? Emeklimizi, köylümüzü, işçimizi, esnafımızı rahat yaşatabildik mi? Onlara tatil, seyahat yaptırabildik mi? Vatandaşımızı küresel güçlerin sömürüsünden koruyabildik mi? İnsan sağlığı bizim için önemlimiydi? Soru listesi bu şekilde uzayıp gider.

Bunların hiç birini yapamadık ve yapamıyoruz. Bu soruların cevaplarını, gelişmiş ülkeleri kıstas alarak verdiğimizde ve sonra dönüp kendi insanımızın yaşadıkları ile kıyas ettiğimizde, hep sınıfta kalıyoruz. Ama kendimizi avutmak için cevabımız da hazır: “büyük zorluklar içeren bir coğrafyanın üzerinde yaşıyoruz”. Yani onun için olmuyor!

Sadece Türkiye’de değil Türk milletinin yaşadığı her coğrafya da Türk insanına zulmetmek için büyük bir kısır döngü içerisinde insan odaklı olmayan “aşağılık bir düzen” yaratılmış durumdadır.

Ancak insanımız bunu görmemekte ve görme imkanı yakalayanlarda “sabır, kanaatkarlık, şükür” gibi kavramların yanlış yorumlanması ile eritilmektedir.

Niçin sabırlı olacağız, niye kanaatkarlık göstereceğiz, neden şükür edeceğiz? Bunların süratle topluma izah edilmesi gerekmektedir. Haksızlığa, hukuksuzluğa, üretimsizliğe, vergi zulmüne, eğitimsizliğe, sağlığımızın kaybına, emeğin değerlendirilememesine, kader haline gelen teröre, bilgisizliğe vb. ile içten ve dıştan gelen saldırıları çözememeye karşı mı sabırlı, kanaatkar ve şükür içinde olacağız? Asla! sen ne zaman eşeğini sağlam kazığa bağladın da tevekkül rahatlığı içinde oluyorsun. Eğer bu düşünce içindeysek, bu durum kendi kendimizi enayi yerine koymaktan başka bir şekilde tarif edilemez.

Türk milletinin yaşadığı bütün topraklarda ve bizimde vatandaşı olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nde, Türk insanına kağıt üzerinde hizmet ettiğini söyleyen ancak uygulamada ona eziyet eden, yaşamından bezdiren ve insanca olmayan bir “aşağılık düzen” vardır. Ve Türk insanı; ölüm gösterilerek sıtmaya razı edilmiş bir şekilde yaşatılmaktadır.

Bu aşağılık düzen, sermaye, medya, bilim, sanat, kültür, bürokrasi ve ilahiyat dünyası başta olmak üzere bir çok etkin çevre tarafından kurgulanarak oluşturulmakta ve yine bu çevrelerce kollanarak hayatiyetini sürdürmektedir. Böylece kısır döngünün sürekliliği de garanti altına alına alınmakta ve insanlarımız hiç kendisi için yaşamadan mevcut düzenin kölesi olarak dünya hayatından süratle geçip gitmektedir. Devletin “ebet müddet”  anlayışı içinde sonsuzluğa kadar sürme ilkesi de, her ne hikmetse izaha çalıştığımız “aşağılık düzen”in sürmesi için vatansever ve milliyetsever insanlar üzerinde sabır, kanaat, şükür örneğinde olduğu gibi yanlış bir şekilde baskı unsuru olarak kullanılmakta ve insanlarımız kendileri için yaşamaktansa devletlerini yaşatmayı tercih etmektedirler. Halbuki bunun tam tersinin yani devletin vatandaşını insanca yaşatması gerekiyor. Bunu başarmak o kadar zor mudur? Evet bu topraklar üzerinde o kadar kahrolasıca bir düzen vardır ki; insanı mutlu, rahat, huzurlu, güvenli yaşatmak zorluk derecelerinde neredeyse imkansızlığı içermektedir. Ve sanki bundan başka bir şeyin yapılamayacağı da halka güzel bir şekilde izah edilerek, onun başına gelecek her şey karşısında sessizce itaat etmesi sağlanmaktadır.

“Aşağılık düzen”den başka bir düzeni binlerce yıldır tanımayan Türk insanı; bu sebeple içinde bulunduğu durumu fark ve tarif edemez haldedir. Eğer bütün bunların farkında olsaydı, mutlaka çareler arar ve kendisi için asla kader olmayan bu düzenden kurtulmanın yollarını keşfederdi.

Mutlaka içinde tek tük başımıza gelenleri fark edenler de bulunmakta. Ancak mekanizmanın ağır dişlileri onları da çabucak içine alarak un ufak ediyor. Bu uyanıklık içinde olanların “aşağılık düzen”den kurtulmak için topluma önderlik yapmaları ve toplum içinde bu hassasiyeti taşıyanlarında onlara destek olmaları gerekiyor. Neredeyse kader haline gelen bu durumdan kurtulmanın birinci şartı bunları yapmaktan geçiyor. Bu nedenle sesi gür çıkacakların yankı duvarları olmak zorundayız.

Aristo ders esnasında öğrencilerinden birine bir meseleyi en ince ayrıntısına kadar iyice izah ettikten sonra sorar: “Anladın mı?” öğrencisinin cevabı “evet” olur. Aristo devam ile “Ama sende anladığına dair bir işaret göremiyorum” der. Öğrencisi “nasıl bir işaret” diye sorar. Aristo cevap verir “sevinç evladım sevinç, anlamış olsaydın sevinirdin”. Toplumda bu örnekte olduğu gibi “aşağılık düzeni” anlamadığı ve önüne getirilen reçeteleri bu nedenle elinin tersiyle ittiği için karamsar, bezgin ve somurtuk bir yüz ifadesiyle yaşamaktadır. Ancak muhakkak günümüzde de Aristolar ve onların seslendikleri insanlar vardır. Türk toplumu, kendisini dumura uğratarak kısırlaştıran ve benim ısrarla dikkat çekmek istediğim için “aşağılık” olarak vurguladığım düzenden mutlaka kurtulmalıdır. Bunun tarihimizde az da olsa örnekleri vardır.

Tarihimizde tarifini yapmaya çalıştığımız bu “aşağılık düzen”e karşı yapılmış olan en büyük başkaldırı Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte milliyetsever ve vatanseverlerin gerçekleştirdikleridir. Ne yazık ki; sürdürülememiştir. Şimdi yeniden bizleri sürü yerine koyan, iliğimizi kemiğimize varıncaya kadar emen ve gerektiğinde canımıza kast eden bu “aşağılık düzen”i fark etmeye ve onu değiştirmek için devrimci/inkilapçı bir üslupla, yıkmadan ve demokratik usullerden ayrılmadan milli karakterli bir başkaldırı hareketine ihtiyaç vardır.

Yoksa iktidarlar değişir, düzen değişmez. Siz seçtim başa getirdim zannedersiniz oysa ki uçakların piste sırayla inişi gibi ülkeyi yönetecekler çoktan rotası uzaklarda belirlenmiş, koltuğa oturma sırasını bekler vaziyettedir. Yönetenler değişir, siz bu dünyadan akıp gidersiniz ve “aşağılık düzen” değişmeden size nasıl musallat olduysa çocuklarınıza, torunlarınıza musallat olmaya devam eder. Ben dünyayı gezdikçe bu toprakların üzerinde yaşayan insanların her şeyi ama her şeyden öncesi insanca yaşamayı hak ettiklerini görüyor ve buna göre de düşünüyorum. Bunları onlara anlatmayı da bir vazife olarak addediyorum. Ama onlar buna rağmen “aşağılık düzene”  şükür ediyorsa, Nasreddin Hoca’ya rahmet diliyor, günümüzün Timur’u Obama’ya da “bunlar yetmedi diğer filleri de gönder” diyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar