ÜÇ KIZLARIN EN KÜÇÜĞÜ
ÜÇ KIZLARIN EN KÜÇÜĞÜ
* Önceki sayıdan devam
- Işık yanan yere mi gitmeli? Yoksa eve, geriye mi dönmeli?
Bir ses gürleyip yankılanmış:
- Eve dönmek olmaz! Işık yanan yere gitmeli!..
Çaresiz büyük kız da öyle yapmış. Hemen ışık yanan eve gitmiş. Yüreğinde bin bir korku kanatlanmış olsa da, heyecandan titreye titreye kapı tokmağını çevirmiş. Çağrı mağrı beklemeden içeriye girmiş. Eve girince bakmış ki, döşemeleri yoksul evde sakallı bir adam, bir alaca dana, bir tekir kedi, bir de kurt bozması bir köpek varmış. Sığınacak bir yuva, tutunacak bir dal aramaktan öte, başka derdi olmayan büyük kız, teklifsiz sormuş:
- Akşam alacası birden bire rengini değiştirdi. Ortalığı zifiri karanlık bastırdı. Babama yemek götürmeye çıkmıştım. Bakla taneciklerini göremeyince, yolumu da bulamadım. Çaresizim. Yanınızda beni de konuk eder misiniz?
Uzandığı kanepesinin üstünde doğrulan sakallı adam, hayvanlarına danışmış:
- Siz ne dersiniz? Bu zavallı kızı konuk edelim mi?
Alaca dana, tekir kedi, kurt bozması köpek dile gelip söylemiş:
- Guğ[4]! Guğ!
Sakallı adam, heyecanla bekleyen büyük kıza dönmüş:
- Dostlarım da seni sevdiler. Bu gece burada bizimle kalabilirsin, demiş.
Büyük kız, sağa sola bakınmış. Besbelli ki, elindeki katık çıkınını bırakacak bir yer aramış. Durumu sezen sakallı adam, yan taraftaki gül ağacından yapılma kapalı kapıyı göstermiş.
- Kapıyı aç, içeri gir! Katık çıkınını oraya bırak. Yolun toz toprağına da boyanmışsındır. Bakraçtaki suyla da elini, yüzünü yıka, kendini topla. Vakit de hayli ilerledi. Karnın da açtır?
- Evet, karnım zil çalıyor.
Alaca dana, tekir kedi, kurt bozması köpek de dile gelip, ses vermişler:
- Bizimde! Bizimde!
- Dostlarımı da duydun ya, kızım? Haydi bize yemek yap da, karnımızı doyuralım.
Büyük kız, girdiği odada bulduğu yiyecek maddeleriyle, anasından da görgülü[5] olduğu için, çarçabuk hafif yemekler yapmış. Katık çıkınındakileri de onlara eklemiş, nefis bir sofra hazırlamış. Yaygıyı, kasnağı, ağır bakır siniyi almış, getirip sakallı adamın önüne koymuş. İkisi birlikte sofra başına geçip, bir güzelce karınlarını doyurmuşlar. Ancak büyük kız, ne hikmetse akıl edip de, sakallı adamın dostlarına, birer lokmacık da olsa yiyecek vermemiş.
Alaca dana, tekir kedi, kurt bozması köpek; kendilerinin unutulmasına öfkelenmişler. Hep bir ağızdan seslenmişler:
- Belli etsek kıza yazık, etmesek bize.
Sakallı adam, kaşlarını çatmış. Sormuş.
- Kime, neden yazık?
- Belli etsek kıza yazık, etmesek bize.
- Anladık; belli etseniz kıza, etmeseniz size yazık.
- Guğ! Guğ!
- Haydi anlatın: Neden, ne oldu ki?
- Sofra kuruldu, kaldırıldı. Bizim payımız unutuldu. Açız!
- Ya öyle mi?
- Guğ! Guğ!
- Öyleyse ne yapalım? Söyleyin şimdi.
- Konuk kız bu akşam, gece odasında, karanlık yatakta yatmalı. Kusurunu anlarsa iyi, anlamazsa; "Alınyazım bu!" desin katlansın, arayanı olmazsa yıllarca o odada oyalansın.
Sakallı adam öyle yapmış, büyük kızı gece odasına kapatmış, altına karanlık yatağı sermiş.
- Bizim kusurumuz yok, alınyazın bu! Konuğumuzsun...
Uykunun ağır süvarileri büyük kızın gözlerinde halkalanmış, gözkapaklarını kapatmış. Yorgunluktan mı, üzüntüden mi neden bilemem; büyük kız gece odasında, karanlık yatakta uyuyakalmış. Uykusunda belli belirsiz sayıklamış:
- Alınyazım bu!
Başa gelen çekilir, alınyazısı silinmez.
Turuncu güneş, son ışıklarını söndürmeye hazırlanırken, adam eve gelmiş, karısına söylenmiş:
- Çıkın gelmedi bugün. Ne oldu?
- Ah bilsem beyim, vah bilsem beyim! Büyük kız gitti gelmedi. Bir işaret de vermedi. Nerdedir, ne haldedir? Bilsem söylerim... İz görsem, izlerim.
- Ya emmi[6]'sinde, ya dayısında, ya da ninelerinden birindedir. Sendeki merak bende de var. Fakat arada bir onlarda kaldıklarını biliyorum. Bugün de öyle olmuştur. Verilen görevi yerine getiremeyince, o kurtuluş kapılarından birine sığınmıştır.
- Ah keşke, keşke! Ana yüreği taşıyorum, dayanamıyorum. Bıraksan, doya doya ağlamak istiyorum.
- Ağlamak faydasız! Nerede olabileceğini dedim ya sana. Boşuna üzülmeyesin. Zamanın boyu bir karış. Çabuk geçer. Yarın ortanca kızımızla gönder çıkınımı. O, bu işin üstesinden gelir. Öteki de nerdeyse, ordan döner.
- Ah keşke, keşke!
Karı koca, ikisi birlikte, kararlaştırdıkları gibi yapmışlar. Adam besmele çekip, gün ağarır ağarmaz hemen yola çıkmış. Çalıştığı yere doğru giderken de, beşer onar metre arayla yanına aldığı bakla tanelerini, yolunun üstündeki bazı noktalara birer ikişer bırakmış.
Kader, insanın aynası. Bu ayna, gülen gözleri de gösteriyor, ağlayanları da... *** Devam edecek
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.