NEVZAT LALELİ
TEK TANRI GERÇEĞİ
Yeryüzüne düzen verme iddiasında ki insana, gerçekleri hatırlatmanın en kısa yolu ona şu veya benzeri birkaç soruyu sormaktır.
Dünyanın, güneş sisteminin ve bütün bir kâinatın nasıl yaratılmış olabileceğini, mükemmel bir yaratılışa sahip olan insanlığın ulaştığı son teknolojik başarılara rağmen kâinattaki hassas düzenin kim tarafından sağlandığını, insanın doğmadan önce nerede olabileceğini, bu muazzam yapıda ki insanın bir gün gelip de öldüğünde nereye gideceğini, bilip bilmediğini sormaktır.
Kendisine ilahi haberler ulaşabilen bir insan bu sorulara cevap verebilmekte, kulağını ve gönlünü ilahi haberlere kapatmış olan insan ise, adının başında Ordinaryüs Profesör kelimesi de ekleseniz, bu sorulara cevap verememektedir. Hâlbuki yukarıda sorulan şeylerin mutlaka bir yapıcısı ve yaratıcısının olması gerektiğini bir çocuk bile bilebilir.
İmam-ı Azam ile bir Hıristiyan Papazının mübahasesinde (tartışmasında) İmam-ı Azamın görüşme yerine biraz geç gelmesine gerekçe olarak; Yolum bir nehirden geçmesi gerekiyordu. Biraz kenarda bekledim. Hemen yanı başımdaki ormandan ağaçlar kendi kendine kesildiler ve önüme geldiler ve bir sal oldular. Ben de onların üzerine çıkarak ancak nehri geçebildim deyince, Hıristiyan papazının; Olur mu öyle şey demesi üzerini Büyük İmam; Basit bir salın bile kendi kendine olacağını kabul etmeyen sen, nasıl olur da mükemmel bir nizama sahip kâinatın kendi kendine yaratılmış olacağını iddia edersin diyerek mağlup ettiği kıssası meşhurdur.
TEK İLAH MI ÇOK İLAH MI?
Bu yaratılışı gerçekleştiren ilah, birden fazla olsaydı ne olurdu?
Ayın herhangi bir gününde, güneşin doğduğu veya battığı saat, on sene veya yüz sene önce hangi zamanda doğup batmışsa, bu gün aynı saatte doğup battığı gözlemlenmektedir. Bu on sene hatta yüz sene sonra bile aynen kalacak ve değişmeyecektir.
Birden fazla ilahın varlığında bu düzen devam eder miydi? Mesela biri yağmur yağdırmak isterken, diğeri hayır yağmayacak deseydi ne olurdu? Böylece ilahlar arasında bir üstünlük kavgası başlayabileceğinden, Kuran-ı Kerimin ifadesiyle, yerin göğün düzeni kalmazdı? denmektedir. Görülecektir ki akıl da nakil (ilahi haberler) de yaratıcının tek olması gerektiği gerçeğini haykırmaktadır.
Hem tanrının varlığına inanmayı ve hem de onun tek olduğunu, haykıran bir kelimemiz vardır ki buna Kelime-i Tevhit - Tek tanrıdan başka tanrı yok dediğimiz, orijinal söylenişiyle Lâ ilahe illallah kelimesidir.
Kelimenin geçerli olabilmesi yani imanın (inancın) gerçek olabilmesinin bir şartı da aynı kelimenin devamında Muhammedür Rasulallah Muhammed de Allahın elçisidir sözünü ifade etmektir.
İNANMAYANLAR İKİ GURUPTUR
İslam inancı, kelim-i tevhiti dil ile söylemek ve kalben de tasdik etmek gerekmektedir. Bu kelimeyi söylemeye yanaşmayanlara; Gayr-i Müslim Müslüman olmayan, dil ile söyleyip de kalbi ile tasdik etmeyenlere de Münafık adı verilmektedir.
Münafıklar, inanmadıkları ve sadece dilleri ile bu kelimeyi söylediklerinden eksiklikleri, ibadetlerinde ve kendileri için kurdukları hayat tarzlarına yansımaktadır.
Müslümanlar için Münafıklar her zaman Gayr-i Müslimlerden daha tehlikeli olmuşlar, yaptıkları riya ile Müslüman toplumlarına büyük zararlar vermişlerdir. Çünkü bunların konuşmaları, giyim ve kuşamları Müslüman halkın konuşmasına, giyim ve kuşamına benzediği için halkı kandırmaları kolay olmakta ve bunlar kolaylıkla ihanet edebilmektedirler.
Yarattığı insanın, içini ve dışını da gayet iyi bilen Allah (c.c celle celalühü) Kuran-ı Kerimde, Münafıkların cehennemde ki yerlerinin, Kâfir (İslam dışı) olanlardan daha kötü olacağını bildirmektedir.
KELİME-İ ŞİRK SAHİPLERİ
İslamın büyük manasından habersiz bazı kimseler, Kelime-i tevhidi kabul edenlerle etmeyenlerin dost olabileceğini var saymaktadırlar. Mesela, Dinler arası diyalogcular bu kelimenin sadece ilk bölümünü aldıklarını, Dinler bahçesi açarak İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik mensuplarını dost yapacaklarına iddia etmektedirler.
Hemen ifade edeyim ki kendilerine Biz Museviyiz diyenler, kendileri Allahın yerine koymakta ve sanki Allah hiçtir demektedirler. Kitaplarında; Allahla güreştiklerini ve onu bile yendiklerini söylemektedirler. Hıristiyanlar ise Teslise yani üç Allahın varlığına inanmaktadırlar. Böylece Allah üçtür demektedirler. Müslümanlar ise Allah tektir demektedirler.
Temel inançları açısından Allah hiçtir diyenlerle, Allah üçtür diyenler, Allah tekdir diyenlerle uzlaşmaları mümkün olamamaktadır. Tarih boyunca 19 Haçlı seferi ile zamanımızda ki 20. Haçlı seferi, bu uyuşmazlığın en açık delilidir. 1990lı yıllarda Avrupanın desteğinde işlenen Bosnada işlenen katliamı, Filistin ve Irak işgalleri ile Batılıların (dostumuz görünümünde) parlamentolarından, aleyhimize sözde Ermeni soykırımı yasaları geçmiş olmaları aramızda bir uyuşma olmadığının en açık delilidir.
İnançlarının temeli üç ayrı faklılığa dayanan insanların bir araya gelmeleri veya Kitap ehli de cennete girecektir zırvaları da birer boş laftan ibarettir.
Tahrif edilmiş (değiştirilmiş) kitaplara sahip olan bu güya Kitap ehli ile aramızda ki bir önemli fark ise bizim bütün Peygamberleri ve özellikle de Musevilerin Peygamberi olarak söylenen Musa (a.s) ile Hıristiyanların Peygamberi olarak söylenen İsa (a.s) birer Ulul azim Büyük Peygamber) Peygamber olarak kabul etmemize rağmen, onların son Peygamber Hazreti Muhammedi (s.a.v) bir Peygamber olarak kabul etmemeleridir.
Üçüncü önemli husus, bunların Allaha bühtanda bulunmaları ve Allahın peygamber gönderirken, onların istediği insanı, onların istediği yerde ve zamanda göndereceğini beklemeleridir. Allah, kendi istediği insanı (Hazreti Muhammedi), kendi istediği yerde (Mekkede) ve zamanda seçmiş ve göndermiştir. Ona inanalar kurtulur, inanmayanlar da Allahın mülkünde yaşadıkları, onun verdiği rızkları yiyip içtikleri halde onu tanımamalarını sebebiyle cezalandırılırlar.
Müslümanlar, hayatlarının her safhasında yaptıkları cihad (malı ve canı ile çalışmak) ile bütün insanların yanlış yollardan kurtularak dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmalarını sağlamak isterler.