Yirmi üç Eylül cumartesi günü, Zirve Dağcılık Söke grubuyla, Selatin- Şirince yürüyüşüne, eşim Şerife Hanım ve oğlum Onurla katıldık. Selatin köyüne, Ortaklar üzerinden araçlarla gittik. Ortakları çok eski yıllardan beri tanıyan biri olarak, Terk edilmiş bir köy gibi gördüm. Sokakta hiç kimse yoktu. Yollar ve çevre bakımsızdı.
Balatçık köyünden sonra, Selatin tünelinin üzerinden geçerek, Selatin köyüne vardık. Anıt ağaç, tüm görkemiyle adeta bizi selamlıyordu. Anıt ağaç, sekiz yüz yaşında bir çınar ağacı. İzmir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından korumaya alınmış, çevre düzenlemesi yapılmış. Anıt ağacı fon yaparak fotoğraflar çektirdik. Karşı kahvehanede demli çaylar içtik, köylülerle sohbet ettik.
Saat dokuz otuz olmuştu. Artık yürüyüşe başlama zamanı gelmişti. Grubumuz, yaklaşık yüz yirmi kişiydi. Her yaştan, her meslekten ve bayanların ağırlıkta olduğu bir gruptu. Grup başkanımız Avukat Ayşe Dağdelen, yürüyüş güzergahı ve uymamız gereken kurallarla ilgili açıklamalarda bulundu. Yürüyüşü, Selatin- Şirince köyleri arasındaki orman yolunu izleyerek yaptık. Selatin köyünün üstünde bulunan vadideki çam ağaçları, ışığı görebilmek için, özgürlük ve dostluk duyguları içinde, birbirlerine hiç zarar vermeden yarışmışlar, gökyüzüne bir ok gibi yükselmişlerdi. Tümü; birer genç kız gibi, ince uzun, narin ve alımlıydılar. Bakmaya doyamadım.
İzlediğimiz orman yolunu, köylüler bahçelerine ulaşımda kullandıkları için, yol epey tozluydu. Tozdan etkilendik. Sanıyorum, bu parkuru ilkbahar aylarında kullanmak daha uygun olacak. Zaman zaman molalar vererek, üç saatın sonunda, yaklaşık on kilometre yürüyerek Şirinceye ulaştık. Şirinceye girerken, yüksek duvarlarla çevrili bir Alman çiftin evinin önünden geçmek zorundaydık. Bahçede başı boş saldırgan iri köpekler vardı. Durmadan havlıyorlar, duvarı aşmak ve bize saldırmak istiyorlardı. Alman çift, umursamaz tavırlarla evin balkonundan durumu seyrediyordu. Uyarılarımıza karşın, köpeklere müdahale etmediler. Soğuk bakışlarla bizi seyrettiler. Neden? Sanayileşmenin doruğuna ulaşmış Batı kapitalizmi, cemiyet toplumu içinde, birey olmayı öne çıkararak, insanını çok bencilleştirdi ve yalnızlaştırdı. Oysa; insan denen varlık, doğuştan iki temel duyguyla geliyor. Ait olma(aidiyet) duygusu ve birey olma(özgürlük) duygusu. Bu iki temel duygu, eşit gelişmelidir. İnsan, özgürlük duygusu kadar, aidiyet duygusu da, geliştirmelidir. Aidiyet duygusu öne çıktığında kapalı, gelişmeyen; özgürlük duygusu öne çıktığında ise, bencil, soğuk, yalnız insanlarla karşılaşırız. Bu iki Alman da, aşırı bireyselliğin yakıcı yalnızlığı ve korkuları yüzünden toplumdan kaçıyor, kendini yüksek duvarlarla izole ediyor. Yüreğinde insan sevgisi çarpmıyor ve bir cehennemde yaşıyor. Hayvanları sevdiği için değil, yalnızlığını ve korkularını gidermek için besliyor. Oysa, burada bir Anadolu insanı olsaydı, hemen köpeğinin yanına gelir ve duruma müdahale ederdi. Hatta özür dilerdi. Anadolu insanın yüreğinde insan sevgisi her zaman vardır. Çünkü; Anadolu kadını çocuğunu sepette değil, sırtında, bağrında taşıdı. Ayrı odalarda değil, kucağında uyuttu. Kara ciğerim benim, diye sevdi, karşılıksız sevgisiyle büyüttü. Bakıcı tutmadı, kreşe vermedi. Taşıyıcı anne kavramını hiç duymadı.En olumsuz koşullarda bile, çocuğunun başını okşadı, sevdi. Ancak, sevilen insanlar, sevebilirler. Bu yüzdendir ki; Anadolu insanı, kendini, diğer insanları, doğayı sever; azığını paylaşır; yardımlaşır.
Şirince köyü, o güzel mimarisi ve yerleşim düzeniyle çok güzel görünüyordu. Köyün etrafı, bağ ve bahçelerle kaplı tepelerle çevriliydi. Tepelerde en çok, üzüm bağları, incir ve zeytin ağaçları vardı. Evler iki katlı. Alt katlar genellikle, restoran ve kafe olarak kullanılıyor. Taş döşeli dar sokaklardan geçerek, kiliseyi, çarşıyı, bu gün müze olan On yedinci yüz yıldan kalma Taş Okulu gezdik. Bir restoranda özenle pişirilmiş leziz kuru fasulye ve pilav yedik. Demli çay içtik. Köyde yerli ve yabancı çok sayıda gezgin vardı. Herkes görmek, öğrenmek ve eğlenmek istiyordu. Bu duruma bağlı olarak, köy halkı da gelişmiş. Görgüleri ve bilgileri artmış. Hoş görülü tavırlarıyla dikkat çekiyorlar. Gerçekten, insan içinde bulunduğu koşulların ürünü. Bu köyde turizm canlanmasaydı, yerli ve yabancı gezgin gelmeseydi, bu köyün insanları bu kadar gelişirler miydi?
Bana göre insan tek yönlü gelişemez. Çünkü, insan çok yönlü bir varlık. Fiziksel olarak geliştiği kadar, ruhsal ve zihinsel olarak da gelişmelidir. Bu nedenle, çok yönlü gelişim için gereken aktivitelere katılmalıyız. Biz de, bu yürüyüşle hem spor yaptık, hem öğrendik, hem de ruhumuza sevgi kattık.
Yürüyüş ve gezi boyunca grup başkanımız Avukat Ayşe Dağdelen, tüm üyelerle görüştü, sorunlarıyla ilgilendi. Belli ki; insanları, doğayı sevmiş, dağcılık sporuna gönül vermiş.
Zirve Dağcılık Söke grubu başkanı, Sayın Avukat Ayşe Dağdeleni; organizasyonda gösterdiği başarısından ve özverili davranışlarından dolayı kutluyor, teşekkürlerimi sunuyorum. Sizlere de, Zirve Dağcılık Söke grubu ile doğa yürüyüşlerine katılmanızı tavsiye ediyorum.