17 Aralık 2015 günü , “SARIKAMIŞ HAREKÂTI VE ÖTESİ” nin yüzüncü yıl dönümünü andık. Bu anmalar, yurdumuzun birçok yerinde çeşitli törenlerle, etkinliklerle yapılıyor. Bu anmaların en etkililerinden biride Sarıkamış Harekâtının Yıl dönümüdür. Yurdumuzun her köşesinde, “Ulusal Kurtuluş Savaşımız” la ilgili anılar, öyküler ve destanlar anlatılır. Zaten hayat bir “Anısal Öyküler Zinciri” değil midir? Her yaşayan insanın mutlaka bir öyküsü, acı ve tatlı anıları vardır. Zaten öyküsüz hayat olamaz! Yaşanmamış bir hayatında asla öyküsü olamaz! Anmakta olduğumuz bu Özgürlük destanının konuları, zihnimde kopuk kopuk yer ederken beni bu konuyu araştırmaya yönlendirdiği yılları anımsadım. O yıllarda 15 yaşında çiçeği burnunda bir lise öğrencisi idim. Erzincan Lisesinde okuyordum. Bir kurum “Sarıkamış Harekâtı ve Ötesi” adıyla liseler arası bir araştırma yarışması düzenlemişti. Yaptığım araştırmalarda elde ettiğim bulgularımı, derleyip topladıklarımı ortaya koydum. Hele 90 bin kişilik 3. Ordumuzun 1914- 1915 kışında Sarıkamış Dağları’nda kara gömülüp kışa yenildiklerini ve şehit olmalarını kim unuta bildi ki, ben unutayım? Şimdiye kadar bu konuları yazarak halkımıza duyurmadan önce bana haber veren olmayınca ben nasıl verecektim. O karlı dağlarda başak veremeden toprağa bir gök ekin gibi düşen Şıvga yiğitleri unutmak ihanet olmaz mıydı? Çanakkale kitabımda da yazdığım gibi, insan hacca ve ümreye gitmeden önce bu şehitlerin mezarlarının anıtlarının bulunduğu topraklara yüz sürüp helallik aldıktan sonra gitmeleri daha uygundur demiştim. Çünkü bugün bu vatanın sahipleri isek, bunu bu mübarek şehitlerimizin dökülen kanlarına verdikleri canlarına borçluyuz.
O karlı dağlarda şehit olan Mehmetlerin hayalleri, gece uyurken rüyalarıma giriyordu. Onları anlatan kitapları, gazeteleri, destanları, anıları arayıp bulup okuyor, onlarla alakalı bilgiler ve notlar alıyordum. O günleri yaşamış görmüş insanları dinliyor anlattıklarını not defterlerime yazıyordum. Mollaların, memurların, hocaların ve zabitlerin o yıllarda tutukları anı defteri özelliğinde olan Cönklerini Osmanlıcadan yeni yazıya çeviriyor, çevirmeye gücüm yetmediklerini ise işin uzmanlarına çevirttiriyordum. Buna rağmen yaptığım araştırmaların ve dinlediklerimin beni tatmin etmediğini görüyor bu olaya çok üzülüyordum. Çünkü dönemin hükümeti ve ordunun başkumandanı o yıllarda basına sansür uygulayarak gazetecileri ve yazarları Sarıkamış ve Ötesine sokmamıştı. Bu nedenle kaynak bilgiler ve günlük olayları kronolojik bir sıra ile izlemenin değerlendirip sonuçlandırmanın olanakları yoktu. Kafama takılan en önemli soruda, “Bu Sarıkamış’ın ötesinde ne vardı da, ordumuz oraya ulaşmak için karlara gömülüp donmuştu? İşte yazmayı planlayıp tasarladığım bu kitabın özünü ve konusunu bu soru oluşturuyordu. Elbette tarih sayfaları yazmasa da, yöre halkının anılarında, kalplerinde bu acılı yılların izleri vardı. Bu nedenle bu konu ancak yaşandığı yerlerde, olayları yaşayanlarda olacaktı. Çünkü hiçbir sansür uygulamaları yaşayan insanların kalplerine kanları ile yazılmış acıları silip yok edemez. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın izleri en çok 93 Harbi olarakta bilinen Kars, Ardahan ve Batum’da görülüyordu. Bu savaş sonunda bir hiç uğruna Abdulhamit- II’ nin kurban verdiği Kars, Ardahan ve Batum halkı Ruslar’a verilerek, Anavatandan koparılarak kendi yurtlarında tutsak edilmişlerdi. Ruslar’ın zalim yönetimleri altında 36 yıldır inim inim inliyorlardı. Acı bir tutsaklık hayatı yaşıyorlardı. İşte 1914-1915 Sarıkamış Harekâtı, bu esir halkımızı ve vatanımızı kurtarmak amacı ile yapıldı. Ama ne yazık ki, Sarıkamış Harekâtı zamansız yapılmıştı. Mevsim kış, önlerinde ise aşılması gereken karlı dağlar vardı. Doksan bin kişilik iyi eğitimli 3. Ordumuz Enver Paşa tarafından Sarıkamış’ın karlı dağlarına kış ortasında sürüldü. Bu saldırı harekâtında seksen bin Askerimiz Allahuekber Dağlarında donarak şehit oldular. Kurtuluşunu bekleyen Kars ve Ardahan halkıda Ruslar’ın intikamına uğrayıp katledildiler. Sağ kalan halk ise özgürlük ve kurtuluşları uğrunda tam beş yıl yılmadan, usanmadan savaşarak hem özgürlüklerine ve hemde Anavatanlarına kavuştular. Kars’ta bu kırk yıllık acı günlere halk “Kara Günler” diyor. Bizim vatandaş ise “Uyduruk Hikâyeler” diyor. İşte, “YIL DÖNÜMÜNÜN 100. YILINDA SARIKAMIŞ HAREÂTI VE ÖTESİ” adı ile yazıp yayınladığım bu araştırmalara dayalı dev eserin konusunu Kuzey Doğu ve Güney Kafkaslarda yaşayan Türkler’in özgürlük ve Kurtuluş destanları yaratan savaşları oluşturmaktadır. Bu bir hikâye değil; şairinde dediği gibi:
“Toprakları, toprak yapan üstündeki kandır!”
“Toprak, uğrunda ölen varsa vatandır!”
İşte, “100. YILINDA SARIKAMIŞ HAREKÂTI VE ÖTESİ” bir hikâye değil, bir kahramanlık destanları derlemesidir. Özgürlük Savaşçılarının Anavatana kavuşma çabalarının altın destanıdır. Okumayan bir insan bu destandan ne anlar ki! Bu kitabı planlarken, yazarken bir noktayı hiç unutmadım. Bir insan, bir yazar olarak, hiçbir Ulusa, hiçbir yabancıya, düşman olarak duygularımı karıştırmadım. Kitabımda insanları içinde yaşadıkları çağın ortam ve koşulları ile onların duygularıyla gerçeğe uygun olarak vermeye çabaladım. Onları, yaşadıkları çağın olayları ve duygularıyla olduğu gibi vermeye çalıştım. Kendi yaşadıkları olay ve duygularla anlattım. Kitabımda Türkiye’yi yağmaya gelen emperyalist devletlerin emellerini ve yaptıklarını mümkün olduğu kadar yansız olarak vermeye çalıştım. Sömürme hedef ve amaçlarına ulaşmak için Anadolu ile de yetinmeyip, Güney Kafkaslar’a uzandılar.
Buralardaki sömürme kaynakları olan Petrol, altın, bakır ve demir gibi madenleri nasıl işletecekleri uğruna binlerce insanların ölümüne, yerinden ve yurdundan ayrı düşürülmelerine, ırksal ve dinsel ayrımlar yaratılmasına neden oldular! Burada sömürgecilere karşı kabarıp şahlanan öfke, benim değil o çağın insanlarının öfkesidir. O yılların hiddet ve şiddetlerinin kaynaklarıdır. Elbette bugünde sömürgecilik zihniyetine sahip olanlara karşı oluşan tepkilerin tıpkısıdır. Öfke, her devirde tepki ile birlikte ekşimiş ayran gibi kabarır, kabına sığmaz ve taşar. Kitaptaki öfkede çağına ait insanların öfkesidir. Bu öfkeyi biz yaratmadık, onlar yaşadılar, onlar savaştılar, onlar öldüler ve öldürdüler!
Tarih bilincine sahip olmayan kişilere bu konular bir hikâye gibi gelebilir. Ama tarih bilincine sahip olanlar için hiçte öyle değildir. O gün var olan batılı zihniyet, bugünde devam ediyor. Yedi yüz yıl kardeş kardeş yaşadığımız Ermeniler’i kandırıp, ellerine silah verip bize düşman eden zihniyet, bu günde “SOY KIRIM” masalları ile günümüzden yüz yıl önce yaşanarak bitmiş olan olayları yeniden gündeme getirerek sahnelemeye ve bize yeniden düşman etmeye çalışıyorlar! İşte bu ve benzeri objektif kitapları okuyarak tarih bilinci kazanmaya çağımızda şiddetle ihtiyaç vardır.
Bugün ABD ve Batı, İran’ı “Nükleer Silahlanma!” ile suçlarken kendileri bu dünyayı yok edecek boyutlara varan silahlara sahipler. Bunlar, İran’a diş geçiremeyince bu kerre Suriye’yi ortaya koyarak, bir İran-Türkiye Savaşı yaratmaya çalışıyorlar. Tıpkı geçmişte yaşanmış olan bir Irak-İran Savaşı gibi. Bu oyuna gelip te kardeşkanı dökmekten kaçınmakta ancak tarih bilinci ile olur. Ortadoğuda çekindikleri iki güçlü İslam devleti kaldı. Amaç onları da birbirlerine düşürüp, İslam Dünyasını sıfırlamaktan başka ne olabilir ki? İşte böyle oyunlara gelmemek içinde tarihimizi okumak, araştırmak ve geçmişimizden ders almak zorundayız. Bugün Diyarbakır, Hakkari ve Şırnak illerimizde yaşayan PKK Terörünün arkasında yatan gerçek neden nedir? Biliyor musunuz? PKK eğer yandaş ve destekçileri ile bu toprakları bizden koparmayı başarabilselerdi ne olacaktı biliyor musunuz? Buradan açacakları koridorla Suriye’ye bağlanıp Suriye’den geçen bir petrol boru hattı ile Rus ve İran petrollerini bir boru hattı ile Doğu Akdeniz’ de ki Lazkiye limanına akıtacaklardı. Irak- Türkiye Petrol Boru hattını da kesip iptal edecekler ve Kuzey Irak petrollerinden Türkiye’yi devre dışı bırakacaklardı. Bugünkü Rusya’nın lideri Putin ise Çarlardan kalan bu mirası Suriye’de açık açık sergilemektedir. Bizimkileri suçlarken, kendisi dünyayı kardeş gibi yönetmek isteyen Lenin’in düşüncelerine ters düşmekle suçlamıyor. Türk Hava Sahası defalarca ihlal edildi ve uyarıldı. Ama onlar bunu hiçe saymaya başladılar. Sanıyorlardı ki Türkler, bizden korkar ve uçağımızı düşüremezler. Gürcistan’da, Kırım’da, Ukrayna ve diğerlerinde oynattıkları atı burada da oynatırız. Ama o oyunu burada oynayamadılar. Hani karakutu açılınca herşey ortaya çıkacaktı? Nasıl arızalanmış? Demekki teknolojik olarak Rus savaş uçakları diğerleri kadar kaliteli değil. Yoksa Putin geri adım atmaz, olayı büyütürdü. Şimdi elektronik savaşlara başladı. Internetle oynuyor. Rahmetli Özal güneyimizden geçen, “ 36. Paraleli ülkemizin korunması ve savunması için ikinci Misak-i Milli olarak say mış bunun kuzeyine geçen Türkiye’nin hedefi olur,” demişti. Türkiye Nato’ nun çok önemli bir ortağıdır. Bugün Nato Dünyanın garantisidir. Bizim ne Ruslarla bir sorunumuz ve ne de İran’la bir derdimiz yok. Onlar bizim sınırlarımıza saygı duyarsa komşumuz ve kardeşimizdir. Ama topraklarımızda oyunlar oynarlarsa karşılığını fazlasıyla alırlar. Suriye’de öyle. Kuzey Irak zaten Kürt ve Türkmen kardeşlerimizdir. Onların burunları kanarsa bizim ciğerlerimiz sızlar. Elbette Onları koruyup her türlü teröre ve mezalime karşı koruyacağız. Rusya kendisi Esat ile omuz omuza savaşırken, bizim Kuzey Irak Kürt yönetiminin çağrısı ile gidip ordusunu kurmamıza, eğitmemize neden karşı çıkıyor? Çıkarlarına karşı olduğu için değil mi? Bugün Putin’den destek istemek için Rusya’ a koşanlara hiç sözüm yok! Onların amaçları ve hedefleri Türkiye’yi bölmek ve parçalamak. Kendileri zaten ulu orta savunuyorlar. Yıllardan beri istedikleri bir iç savaşı yarattılar. Madem yarattılar sonuçlarına katlanacaklar. Madem istediniz, sonucuna da katlanacaksınız. Ama ne var ki ülkemizin çocukları yanı kardeş kardeşi vuruyor ve bundan en çok zararı da o yörede yaşıyan kardeşlerimiz görüyor. Devlet ama er, ama geç bu terör belasından ülkemizi ve halkımızı kurtaracaktır. Hani bir söz varya, “Delisi olan her gün, ölüsü olan bir gün ağlar.” Bu deliyi ortadan kaldırmadıkça sonuca ulaşılamaz. Terörün ve teröristin ırkı, milliyeti, dini, mezhebi, merhameti yoktur. Hepsinin amaçları aynıdır ve asla hiç birine karşı ödün vermeden mücadele esastır.
SARIKAMIŞ VE ÖTESİ BİZİM YAZILMAMIŞ TARİHİMİZDİR!
Batıda insanlar, yerel tarihe çok önem verirler. Onlar, genel tarihten önce kendilerinin yaşadıkları yörenin yerel tarihini okur, inceler, öğrenirler. Kendisini, geçmişini, çevresini tanımayan bir insan veya toplum başkalarını nasıl tanır?
“Sarıkamış ve Ötesi” bizim gerçekten yazılmamış bir tarihimizdir. Sarıkamış Harekâtı’ nı başlatan Enver Paşa, bu yörede aynı zamanda da basına sansür uygulamıştır. Yerli ve yabancı basın mensupları bu bölgeye gelerek savaşın seyrini tam anlamı ile yazarak belgeleyememişlerdir. Hatta ordunun donarak, telef olması bile bir müddet halktan ve basından gizlenmiştir. Bu nedenle Kuzey Doğu Anadolu’nun bu döneminin tarihi ile ilgili geniş ölçüde tarihi bilgi ve belge bulmak çok zordur. Elli beş yılda derleyip topladığım ve yazarak kurtarmaya çalıştığım bu dönem çok ilginç olaylar ve anısal öykülerle doludur.
“Sarıkamış ve Ötesi” deyiminden biz şunu kast ediyoruz. Bu harekâttan sonra kaderine terk edilen bu bölgede neler oldu? Kars, Ardahan, Batum, Artvin, Sarıkamış, Kağızman, Iğdır ve Ahıska halkı neler çekti ve bu kara günlerde nasıl yaşadılar? Yayınladığımız bu kitap, Kuzeydoğu Anadolu’da yaşanmış olan zor ve acı dolu yılların bir belgesidir. Bölge halkının tutsaklık zincirini kırmak için kırmaya çalıştıkları çabalarının belgeselidir. Bu acı anılarla dolu kitapta birçok sorulara yanıt bulacak, tarih bilincine sahip olacaksınız.
Bu kitapta, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Çanakkale Savaşları’ndan sonra en çok asker kayıp ettiğimiz Kafkas Cephesi’ni okuyup inceleyeceksiniz. Bu kitap, bir bakıma yörenin yerel ve genel tarihine ışık tutacaktır.
Bu kitap, akademik bir amaçla yazılmış tarih kitabı değildir. Tanıtım ve kılavuz amacıyla derlenip, toplanıp, incelenerek herkesin okuması için yazılmıştır. Bu kitap öyle resmi bir tarih sıfatı da taşımamaktadır. Daha doğrusu bir anma, tanıtma, toplayıp derleme kitabıdır. Bu kitap planlanıp yazılırken, bu amaç göz önünde tutulmuş ve konulara derinlemesine inilmemiştir. Bu kitabı Üniversitelerde, askeri akademilerde öğrenciler “Harp Tarihi Dersleri” okusunlar diye de yazmadık. Okuma ve Yazmayı bilen herkes okusunlar diye yazdık. Amacımız yurdumuzun bir dönemine ait bir bölgesinde yaşanan olayları tarih bilinci içinde kavrayıp anlamak ve anlatmaktan ibarettir. Yöre halkının, tutsaklıktan özgürlüğe geçmek ve Anavatana kavuşmak uğrunda verdikleri çabalarının ve savaşlarının gerçek öyküleridir. Bu anlatıların yüzde doksanı o insanlara aittir. O dönemden günümüze kadar uzayıp gelen “ANISAL ÖYKÜLER ZİNCİRİ” dir. Bu öykülerin anlamlarını ve güzelliklerini okuyunca göreceksiniz.
“SARIKAMIŞ VE ÖTESİ”, Türkiye’de yazılıp ve basılan bu dalda çok ender bulunan özgün eserlerden biridir. Bu kitabı okuduğunuz zaman, tarih hakkındaki değer yargılarınız ve önünüzde ki tarih bilinci hakkındaki düşünceleriniz değişecektir. Bu gerçeği, bu yapıtı okuduktan sonra göreceksiniz. Bu kitabımı, vatanım ve ulusum için canlarını seve seve vermiş olan bütün şehitlerimize adıyorum. Ruhları şad olsun! Amin!