Yaşam kendimize yaptığımız bir yolculuktur bir bakıma. Ana rahmine düştüğümüz andan itibaren, bu yolculuk son nefesimiz verene değin sürer. Ömür, bu yolculukta tükenir gider. Doğuma kadar geçen süreç annemizin yaşam biçimiyle şekillenir. Olağan geçen süreç, normal bir şekilde tamamlanırsa yaşama, “merhaba” deriz. İlk nefes alışımızla bize sunulan hayata yolculuğumuz başlar. Bu yolculukta bize eşlik eden insanlar, yaşadığımız coğrafya, sosyal ve fiziksel ortamlar, toplumsal yapı hayatımızı, olumlu ya da olumsuz mutlaka etkiler.
İçgüdüsel dürtülerimiz yaşam biçimimizi belirginleştirirken kendimizi, çevremizi ve görüş alanımıza giren her şeyi algılamaya, beş duyumuzu kullanmaya başlarız. Kendimizi tam olarak kavradığımızda, meraklarımız, ilgi alanlarımız, arzu ve isteklerimiz bu uzun yolculuğun niteliğini belirler. Önce evimizde yolculuğa çıkarız. O en küçük ama en değerli, en gerekli alanı tanırız. Sokağımız, mahallemiz, kentimiz, ülke kentleri ve yeryüzü yolculukları hayatımızı tamamlamaya başlar. Yolculuklar bizi kendi dışımıza çıkarır. Zaman Zaman insanın kendi dışına çıkması gerekir ki yaşamda farkındalığa ulaşılabilsin. Böyle olunca yaşam daha bir anlam kazanır.
Gezen, gözlemleyen ve gördüklerini algılayarak “hayata değer katmak” adına gözden kaçanları, akla gelmeyenleri, yaşam kalitesi için yapılması gerekenleri sizlerle paylaşmak için bu köşedeyim. Eleştirmek için değil, güzelleştirmek için. Çünkü toprağına bastığımız, havasını soluduğumuz, her gün güleç yüzlü insanların dost selamını paylaştığımız bu yerlere borçlu olduğumuzu düşünüyorum…