"Dört nala gelip uzak Asyadan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim" diyor koca şair NAZIM HiKMET.
Bizim mi acaba, bu vatan, bu topraklar, bu ormanlar, şoseler, patikalar, kaldırımlar, yaya yolları, olmayan bisiklet yolları. Bu ağaçlar, akarsular, nehirler, göller, kuruyan dereler. tüketilen denizler; Bizim mi?
Biz kimiz, HALK mıyız, ya da sadece seçimden seçime oy verenler mi? Seçimden seçime hatırlananlar mı?
Oy verirken neye dikkat ediyoruz. Memleketin sahibi olarak mı oy veriyoruz, köleleri olarak mı? Ya da kime nasıl oy veriyoruz. Çok vaadde bulanana mı, az vaadde bulunup çok iş yapanına mı? Ya da elimize bir topan ekmek verene mi oy veriyoruz? Bu memleket bizim yani halkın ise, o zaman bu memleketi halkın yönetmesi gerekmez mi? Neden memleketin halkı hep ezilen, sömürülen, dışlanan durumunda?
Neden yeni bir Anayasa yapılırken örgütlü halka sorulmuyor. Yoksa örgütsüzmüyüz? Örgütlü olsa idik belki de yüzde 69u milliyetçi ve mukaddesatcı olan bir meclis oluşturmazdık. Ya da yüzde 69u milliyetçi ümmetçi olan meclis oluşturduğumuza göre neden sorunlarımız çözülmüyor da her geçen gün yeni sorunlarla karşılaşıyoruz?
Ege meselesi,
Kıbrıs meselesi,
Kürt meselesi,
Türban meselesi,
Ermeni meselesi
Kuzey Irak meselesi
Terör meselesi,
AB meselesi,
ABDnin emperyalist oyunları meselesi derken, neden şimdilerde bir de hatta iki olarak ll. Cumhurbaşkanını kim seçsin meselesi ile ne olduğu belli olmayan, yeni sözde sivil Anayasa meselesi ortaya atıldı? Aylardır yeni sözde sivil Anayasa ile yatıp kalkıyoruz. Sanki bu ülkenin öncelikli başka sorunlara yokmuşcasına!
Yukarıdaki sorunlarımıza dikkat ettiniz mi ne çok çözülmemiş ve kemikleşmiş meselemiz varış. Bunca mesele duruken yeni sorunları çıkaran bir siyasi iktidarın başarılı olduğu söylenebilir mi?
450 milyar dolar borcumuz bir gıdım aşağı inmedi. Hep sıcak para bekliyoruz. Hep yabancılara bir şeyler satarak günü kurtarıyoruz. Bolluk sel olmuş, içinde yüzüyar gibiyiz. Fırtına ise peşimizde. Ekonomi her an batabilir. Gözümüz ABD merkez bankasında. Dünyada oluşacak küresel bir krizde en başta Türkiye ekonomisi etkilenecekmiş. O zaman ekonomi nasıl düzeldi oluyor? Ya da bu serap olmuş bolluk neyin alameti? Bolluk içinde yüzerken açlıkta da dünyada birinciyiz.
Geleceğimizin teminatı çocuklarımızı koruyamıyoruz. Her yıl dünyada 275 milyon (dile kolay) çocuk şiddet görüyor. Ülkemizde Çocuk Hakları Sözleşmesine imza atmışız ancak alt yapısını oluşturamıyoruz. Böylece sözleşmenin bir anlamı kalmıyor. Ülkemizde, çocukıara uygulamaya çalışılan şefkat politikası işe yaramıyor. Çocuklarımız yeterli ve eşit eğitim olanağından mahrum. Dört çocuktan biri yoksul. Sokak çocuklarının sayısı bilinmediği gibi gün geçtikçe artıyor. Çocukların cinsel istismarı yönünde Türkiye birinci derece riskli bir ülke. Beş çocuğumuzdan bir çalışıyor. Okula gitmiyor. Çocuklara yönelik hak ihlalleri azalmak yerine her geçen gün daha çok artıyor.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen siyasi iktidar sorunları çözmek yerine, yeni kaoslar yaratarak halkı uyutmaya devam ediyor ve sorunları öteliyor. Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde reddedilen türban üzerinden Cumhuriyetin altı oyuluyor. Gazete köşelerinde milliyetçilik almış başını gidiyor. Farklılıklar ayrımcılığa dönüştürülüyor. Zenginliklerimiz kör politikalar uğruna harcanıyor. Sevgi yerine nefretler ekiliyor. Hoşgörüsüzlük hoşgörüıüyor. Düşmanlıklar besleniyor ve bilinçli bir biçimde ülkede terör ortamı yaratılmaya çalışılıyor. Ve bu ortamda siyasi iktidar olayları sadece izlemekle yetiniyor.