YARATILAN KÜRT SORUNU

İSMAİL VERGİLİ

    Anadolu coğrafyasında Türk Halkı ile Kürt Halkı bin yıldır bir arada yaşamaktalar. Komşuluk ilişkisi içerisinde bayramlarda ve düğünlerde birlikte sevindikleri gibi, ölüm olaylarında da yası ve üzüntüyü birlikte paylaşmışlardır. Bir birinden kız alıp, kız vermişler et-tırnak olmuşlardır. Birlikte yaşadıkları coğrafyaya vatan demişler, birlikte savunmuşlar, korumak için birlikte ölmüşler, şehit olmuşlardır. Belki bazı münferit olaylar dışında, barış içinde kardeşçe yaşamayı başarmışlardır. Peki ne oldu da, 1980’lerden sonra dayı-yeğen birbirine düşman oldu? PKK Bölücü Örgüt nasıl yaratıldı? Bu sorulara doğru ve geniş bir açıklama yapmak için tarihsel süreci bir incelemek ve tarihi gerçeklere ulaşmak gerekir. Bu nedenle de tarihsel olayları bir inceleyelim. Çok önemsediğim 1900’lü yıllara gidelim. Üç kıtaya hükmetmiş Koskoca Osmanlı İmparatorluğu gün gelmiş Avrupa’dan ve Afrika’dan elini, ayağını çekmek zorunda kalmıştır. Hatta Anayurt Anadolu’yu kaybetme tehlikesiyle karşı karsıya kalmıştır. Bilimde ve teknolojide gelişmesini tamamlayan Avrupa ülkeleri, yeni enerji kaynakları arama ihtiyacı duyarak, Osmanlı topraklarına (Anadolu’ya) göz dikmişlerdir. Asırlarca müsbed fen bilimine sırt çevirip, Avrupa’da gelişen yeniliklere “Gavur İcadı” diye her şeyi bağnaz din penceresinden gören ve yönetimi zayıflayan Osmanlı Devletinin yer altı ve yer üstü kaynaklarına göz diken Avrupa Devletleri aralarında anlaşarak Anadolu’yu paylaşma planları yaparlar. “Sevr Barışını” Osmanlıya dayatırlar. Padişah yönetimine zorla kabul ettirirler. Bu bahaneyle Anadolu işgal edilir. Avrupa ülkelerinin ajanları Anadolu’da cirit atmaya başlarlar. Kendi çıkarlarına hizmet edecek kişi ve gurupları bulmakta da hiç zorlanmazlar. İşte bunlardan ikisi. Ali Kemal ve Sait Molla. Daha pek çoklarını da saymak mümkündür. Padişah ve vezirleri bu saflara katılırlar. Vatan parçalanmış kimin umurunda.  Anadolu bu kötü koşul içinde çırpınırken, Mustafa Kemal’in önderliğinde Türk’ü, Kürt’ü, Lazı, Çerkezi bütün Anadolu halkları birleşip, emperyalizme karşı “Kurtuluş Savaşını” kazanır. Yedi Düvel Avrupa, 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barışı'nı imzalamak zorunda kalır. “Lozan Barışı” Türk Milleti'nin onur ve şeref belgesidir. 29 Ekim 1923 tarihinde de Cumhuriyet ilan edilir. Devletin kuruluşunda ve Cumhuriyetin ilanında Türk Halkının ne kadar payı varsa, Kürt Halkının, Laz, Çerkez ve diğer etnik guruplarında o kadar hakkı vardır. Hatta Anadolu da yaşayan Rum ve Ermeni Halklarının da devletidir Türkiye Cumhuriyeti.



     Lozan Barışı imzalanırken önemli iki tarihi itirafı burada okurlarıma sunmayı yararlı buluyorum. İngiltere temsilcisi Dışişleri Bakanı Lord Kurzon’un, İsmet Paşa’ya (İsmet İnönü’ye) önemli iki itirafı şunlardır:



    1- “Biz bu hakları şimdilik veriyoruz, gelecekte bu hakları tek tek geri alacağız.”



    2- “Kürtlere bir alfabe hazırlarsam, siz o zaman görürsünüz dünyanın kaç bucak olduğunu” demiştir.



    İngiliz ajanları boş durmamış, Anadolu’da Kürt Halkını örgütleyerek, 1926 yılında Şeyh Sait İsyanı'nı çıkartmıştır. İsyan zorlukla bastırılmıştır. İngiliz politikası nedeniyle de Musul ve Kerkük Anadolu’dan koparılmıştır.



    İşte bu iki tarihi itirafı şimdi 1980 ile 2009’lu yıllarda karşımıza PKK bölücü örgüt çıkmaktadır. Bütün bunlar Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamaya dayalı emperyalizm oyunlarıdır. Emperyalizm tarihin her döneminde olduğu gibi, bugünde kendi çıkarlarına hizmet edecek, liberalizm yanlısı sözde aydın liboş hainleri bulabiliyorlar. ABD ve AB ülkeleri “İnsan Hakları” bahanesiyle, Türkiye’nin içişlerine karışmayı kendilerine görev edinmişlerdir. Temel amaçları Türkleri Anadolu’dan da çıkartıp, Orta Asya’ya sürmektir. Demokrasi ve insan hakları savunucusu meleği oldular sanki. Aynaya baksalar, kirli yüzlerini ne güzel görürler.



Afganistan’da ve Irak işgalinde halklara gül dağıttılar. Milyonlarca insan öldürüldü. Yaşlı, kadın ve çocuk demeden kıydılar canlara. Coniler bu ülkelerde Müslüman namusunu kirlettiler. İslam Alemi de bu vahşete seyirci kaldı. Emperyalizmin şirin yüzü liberalizmdir. Sermayesi paradan ziyade, işgal edeceği ülkenin halkının cehaletidir.



Varlığının ve saltanatının devamı bu zemin üzerine oturmaktır. Bu acı gerçekleri görüp, yaşayan insanlar bu yaşamı kader biliyorlarsa, bunlara insan diyerek acımak ne kadar doğrudur siz düşünün? İşte emperyalizm, kalkınmış ve gelişmiş bir Türkiye’yi, çıkarlarına ters düştüğü için istemez. Parçalayıp yönetmek için her şeyi yapar. Avrupa Birliği'ne kabul edilmemiz için, Türkiye’ye dayattıkları şartlara bakalım.



   1- İstanbul’daki Rum Patriğine “Ekümeniklik” verilmesi.



   2- Heybeli Adası'ndaki Rum okulunun açılması.



   3- “Ermeni soykırımının” kabul edilmesi ve sınırın 



       açılması.



   4- Anadolu’nun akarsularının kullanımının uluslar arası   



       bir komisyona devredilmesi.



   5- Kıbrıs’tan Türk Askeri'nin çekilmesi ve Türk limanları-



       nın, Rum gemilerine açılması.



   6- Anadolu’da Kürtlere özerklik verilmesi ve bu amaçla da PKK Bölücü Örgütün oluşması, beslenip desteklenmesi ve siyasi korunmasına destek çıkması.



    İşte bütün bu istemlerin gerçeklenmesi için, engel teşkil eden Atatürk’ün “Kemalizm İdeolojisidir”. Bütün bu istemlerin gerçekleşmesi içi, mutlaka Atatürk’ bağlılığın ve Atatürk sevgisinin kırıl-



ması gerekmektedir. Bu kırılmada da hayli yol aldılar. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin brövesinden Atatürk resminin çıkarılması sağlanmıştır. Bütün bu istekler Türkiye Cumhuriyeti'ni parçalamak içindir. PKK bölücü örgütte bu amaçla kurulmamış mıdır? Bu acı gerçekleri görmemek vatana bir ihanettir.



                   ***



     Bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Kürt Halkının temel sorunu, asırlarca devam edip gelen ve de bağnaz din düşüncesiyle beslendiği için kırılamayan Feodal yapının, “Ağalık ve Şeyhlik” düzenidir. Eğer ağanın ve şeyhin onlarca ve yüzlerce köyü varsa, halk maraba olarak, köle gibi çalışıyorsa, bu yoksulluk ebedi devam edecektir. Atatürk bile bu sistemi kıramamıştır. Çünkü bu maraba halkın seçip Ankara’ya gönderdiği temsilcisi millet vekili kendi çıkarına dokunacak yasayı yapar mı? Tabii ki yapmaz. Yapmadı da. İşte PKK bölücü örgüt bu zemin üzerine oturmaktadır. Emperyalizmin oyunu sonucu dağa çıkıp, PKK bölücü örgüte katılan, uzun sürede örgütün üst düzey yöneticiliğini yapan ve sonunda yakalanıp Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde yatan Şemdin Sakık’ın acı fakat gerçek olan itirafını dinleyelim. İtiraftan önce Şemdin Sakık kim? Onu kendi ağzından öğrenelim.” Ben Şemdin Sakık. Muş ilinin zengin ailelerinden birinin çocuğuyum. Babam üç evlidir. Anam, babanın ikinci karısıdır. Babamın anamdan çocukları olduğu gibi, diğer karılarından da çok çocuğu vardır. Babam ikinci karısı anamı ve biz çocuklarını hep üvey evlat gibi gördü. Bize yeteri kadar sahip çıkıp, yeteri kadar parasal yardım yapmadı. Diğer kardeşlerim bolluk ve refah içinde yaşarken, biz açlık ve yoksulluk içinde yaşadık. Üvey kardeşim olan Sırrı Sakık’ı hep kıskandım. Ondan daima nefret ettim. Çünkü bizim aylık harcadığımızı o, günlük olarak harcıyordu.” Diyerek kendisini ceza evinde ziyaret eden “Hayat Boyu Eğitim Gelişim Derneği” Başkanı Adem Solak’ın sorularına şu yanıtları veriyor. Yukarda ki öz geçmişini anlattıktan sonra devam ediyor. Acı fakat gerçek olan bu itiraflar 3 Ağustos 2009 tarihli gazetelerde yayınlanıyor. Cumhuriyet Gazetesi'nden veriyorum. PKK bölücü örgütünün gerçek olan iç yüzünü tanımak için Şemdin Sakık’ın itiraflarını ibretle izleyelim.



    Ben Semdin Sakık, “Ailemden ve çevremden şiddet görerek büyüdüm. Öç almak duygusuyla dağa çıktım. Örgüte katıldım. Uzun yıllar örgüt içinde üst düzey yöneticilik yaptım. Dağa çıkıp örgüte katılan her genci sorguladım. Güçlü bir aşiretten, zengin bir aileden, mutlu bir ortamdan gelip örgüte katılan hiç kimseye rastlamadım. Örgüte katılanlar, hep benim gibi dışlanmış, ailesinden ve çevresinden şiddet görmüş insanlardı” diyor. Şemdin Sakık bir acı gerçeği daha dile getiriyor. Diyor ki: “Dağa çıkan her gencin devletle ve rejimle hiçbir ilgisi yoktur. Ancak dağa çıktıktan sonra, devlete ve rejime isyan etme duygusu ile doldurulurlar. Bu da dış güçlerin oyunudur.”



Diyor ve devam ediyor.” Yakalanıp cezaevine düştükten sonra, PKK örgütünün güttüğü davanın boş bir uğraş olduğunu öğrendim. Anadolu’da Türk- Kürt diye bir ayrılık yoktur. Türk, Kürt kardeştir. Ülke bölünüp parçalanmasın. Bu eylemlerden ve çabadan hiç kimse yarar sağlamaz, herkes zarar görür. Ancak dış güçler karlı çıkar. Bu gerçeği iyi bilmek ve bu tuzağa düşmemek gerekir” diyor. Şemdin Sakık, Mardin’in, Mazıdağı ilçesi, Bilge Köyü'nde 5 Mayıs 2009 tarihinde olan ve 44 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayı da ve daha sonra da Adana’da, bir kişinin aynı aileden 8 kişiyi öldürmesini de, feodal yapının, ağlık ve şeyhlik düzeninin bir sonucu olduğunu vurguluyor.  



     Semdin Sakık’ın bu itirafı herkese bir ders olmalıdır. Buraya kadar madalyonun bir yüzünü okuduk. Şimdi de madalyonun diğer yüzünü okuyalım.



                  ***



    Bu cennet vatanın üzerinde kendisini Kürt olarak kabul eden herkes, her fırsatta ve her ortamda “Kürtlere özgürlük, Kürtlere insan hakları” gibi sloganlarla gösteriler yapıyorlar. Şimdi eğri oturalım da, doğru konuşalım. Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde hangi Kürt yurttaş üvey evlat muamelesi görmektedir? Türkiye Cumhuriyeti!'nde başaran ve laik görülen her Kürt yurttaşı üst düzey Bürokrat, milletvekili, Ordu Komutanı, Bakan, Başbakan hatta Cumhurbaşkanı da olmaktadır. Nüfus işlerinin yaptığı bir araştırma sonucu Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşayan Kürt nüfusunun % 44’ü göç ederek Anadolu’nun her yöresine dağılmıştır. İstanbul’da 3 milyon, Ankara’da 600 bin, İzmir’de 700 bin Kürt kökenli yurttaşımız yaşamaktadır. Bu dağılım oranı yurdun her yerinde de vardır. Hatta ilçemiz Söke’ de bile hayli Kürt kökenli insanımız yaşamaktadır. Bu insanlarımız gittikleri yerlerde yeni bir iş sahibi olmuşlardır ve oralara yerleşmişler ve vatan bilmişlerdir. Büyük ölçüde de inşaat sektöründe çalışmaktadır. Herkes bir iş sahibi ve aş sahibi olmuşlardır.



 Ayrı bir bayrakla, eyalet sistemiyle ayrı bir yönetim istemek aklı başında her Kürt yurttaşımın kabul etmeyeceği bir çılgınlık olduğunu düşündüklerini sanıyorum. Diyelim ki, Kürt kökenli yurttaşlara, size eyalet sistemini tanıdık. Kim bulunduğu yerde kurulu düzenini bırakır da, doğduğu yere geri döner? Sanıyorum ki, hiç kimse de işini ve kurduğu düzeni dağıtıp ta doğduğu yere geri dönmez. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk, Kürt ve diğer etnik guruplar hep bir kardeştir. Bu duyguda birleşip, bu cennet vatanı korumayı bilelim. Her etnik gurup, diğerinden kız alıp, kız vermiştir. Akraba olmuştur. Kim ayrıştırabilir dayıyı, yeğenden? Bu vatanın parçalanmasından kimse karlı çıkamaz. Herkes zarar görür. Yalnız emperyalizm çıkar sağlar.



     Burada bir yurttaş olarak bir uyarıda bulunmak istiyorum. Dağdaki çobandan, Ankara’da ki Cumhurbaşkanına kadar 75 milyon her yurttaşın ülkesine sahip çıkıp onu her türlü kötülüklerden korumalıdır. Bu güzellikler içinde referans sadece  Atatürk düşüncesi, ilke ve devrimlerine sahip çıkmak ve yaşatmaktan geçer. Saygılarımla