VATANDAŞ OLMANIN DAYANILMAZ ACISI...

ÖZCAN PEHLİVANOĞLU

Yılmaz Özdil ve Bekir Coşkun’a bazen bayılıyorum. Bu bayılma işi onlarla fikirdaş olduğum anlamına gelmesin. Onların Türk halkının içinde bulunduğu olayları anlatan tarzları, benim çok hoşuma gidiyor. Birçoğumuzun da aynı düşüncede olduğu kesin.

Kelimeleri yan yana getirerek cümleler kurup, olayları can alıcı yerinden yakalamak ayrı bir maharet gerektiriyor. Haklarını yemeyelim, Yılmaz Özdil ve Bekir Coşkun bu işte çok mahirler.

Yılmaz Özdil’le, Bekir Coşkun, mahir olmasına mahirler de; memlekette onların bu maharetlerini konuşturabilmeleri için yığınla malzeme var.

Ağlayacak halimize bolca güldüğümüz bir memlekette yaşıyoruz. Anlaşılan baktık ağlamakla bir şey olmuyor döndük gülmeye.

Aziz Nesinlik “yaşar ne yaşar ne yaşamaz” gibi bir çok hikaye, Yılmaz Özdil ve Bekir Coşkun gibi kara mizah ustalarına malzeme oluyor ve olmaya devam edecek gibi de duruyor.

Devlete ceberut diyorsun “tık” yok. Düzene saldırıyorsun “alkış” yok. Vatandaş inliyor diyorsun “ses” yok. Hiçbir şey yolunda gitmiyor diye anlatıyorsun “itiraz” eden yok.

 Geçenlerde bir konferansa gitmiştim, iktidar partisinin temsilcisi çıktı konuştu, bir alkış bir alkış, yer gök “bravo” sesleri ile inledi. Sonra da konuşmaya Banu Avar çıktı, tam 360 derece ters şeyler söyledi, aynı kalabalık ona da bir alkış bir alkış ve “bravo” diye yüklendi ki; seyretmeye görün. Herhalde aynı yerde iki farklı düşünceyi böylesine övgüyle karşılayacak bir halk yeryüzünde yoktur.

Gidene paşam, gelene ağam, ve tahta her çıkana “padişahım sen çok yaşa” diyen bir halkı her halde bu kadar arasak bulamazdık.

Tarih okuyorsun, bu halk Çin Seddi’nin önünde de, Viyana Kapılarında da, Yunanı karşılarken de hep aynı havada. Tam yumurta kapıya geliyor ki; aklı başına geliyor. Ancak aklı başına gelinceye kadar Yılmaz Özdil’le, Bekir Coşkun’un yazdıklarına ya kıkır kıkır ya da kahkahalarla gülüyor.  Tabi ki; bu gülmecelerin acısı da aheste aheste çıkıyor.

Bana sorarsanız bu ülke de en zor iş; sorumluluklarının bilincinde bir vatandaş olmanın insana hissettirdiği dayanılmaz acıdır.

Ah! biz de geyik muhabbetleri yapabilsek, ne iyi olurdu?

Bütün yalanlara karşı direnmek, askerlik yapmak, vergi vermek, inançlarına uygun yaşamak, mahkeme kapılarında haksızlığa uğramak, eğitimsiz kalmak, sağlığını kaybetmek ve bunları yaparken de “enayi” yerine konmak. Bunlar adama “acı” vermez de ne verir?

Ancak bana en çok koyan şey, ağlanacak halimize gülmemiz ya da kuzuların sessizliğine bürünmemizdir. İkisi de sağlıklı bir ruh hali değil.

Bir müddet sonra toplumsal olaylardan kara mizah yoluyla harika yazılar kurgulayan Yılmaz Özdilleri ve Bekir Coşkunları bulamayız ve bulsakta yazdıklarına gülemeyiz.

Eğer her zaman sağlıklı bir şekilde gülmek istiyorsak, bizi acıtması gereken olaylara karşı duyarsız kalmamak gerekir. Tepki vermemiz gereken şeylere gereken tepkiyi vermeliyiz. Varsın bizi sorumlu ve bilinçli bir vatandaş olmanın dayanılmaz acısı sarsın. Ama buna rağmen biz dimdik ayakta kalalım. Eğilmeyelim, bükülmeyelim. Kendimiz ve evlatlarımızın geleceği için bunu yapmak zorundayız.

Bizlere çok yalan söylendi. Belki de onun için içimizden gülmek gelmiyor. Ancak şimdi yalanları ifşa ve sürdürülebilir gerçek mutluluğu yakalama zamanıdır.

Bu gerçekleşirse bize vatandaş olmak dayanılır bir mutluluk verecektir. Gelin bunu birlikte başaralım. Fakat bu mezarlıkta ıslık çalmak gibi olmasın. Zaten o zaman acıyı mutluluğa dönüştüremeyiz.

Meraklısına not: ben Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olmaktan dayanılmaz bir acı duymak istemiyorum. Oyunun farkındayız. Az kaldı hem oyuna dahil olacağız hem de oyunun kurallarını yeniden koyacağız.