Yorulmuşum...
Çok, hayli çok, çoktan da fazla [örneğin çok x 1000 kez] yorulmuşum.
Tatildeyim...
Uzaklarda. Ve yine örneğin, Hırvatistan'da...
Eski Yugoslavya'nın parçalanmasından fışkıran küçük, kişiliksiz, sonradan görme küçümencik devletçikleri geçtikten sonra... Bir deniz kıyısı, bir sakinlik, canlı, diri ve renkli bir sessizlik: Dinleniyorum!
Süratle yeni kan pompalanıyor beynime [ve gönlüme]...
Sanki buharlaşıyor üstümden yorgunluk.
Evet, o yoğun, ıslak, vıcık vıcık cıvık yorgunluk...
Ve buralardan "kuş" bakışı Türkiye'ye bakmak, Didim'i anımsamak, Akbük'e el sallamak... Tuhaf bir duygu.
Bu bakışın ardından sorunlar küçülüyor mu; büyüyor mu, seçemiyorum.
Ama sorunların ufkundan bazı soruların [hala] zihnimi kurcaladığı kesin.
Evet, niçin bizler, bu "batı" kültürüne hayli uzak olan bu ülkelerin halkından bile daha uzaktayız?
Niçin bağnazlık, sığ bakış, kestirmeden yargı üretme saplantısı, niçin... İçimize işlemiş?
Niçin önümdeki caddede ağır adımlarla yürüyen bikinili hamile kadının ulaştığı düzeye bu kadar uzağız?
Üstelik kadının vücut dili, kültürlü bir kişiliği de yansıtmıyor.
Ama... Sanıyorum kültür iki koldan yürüyor insanın içine:
1.- Toplumsal kültür.
2.- Bireysel kültür.
Bu insanların toplumsal kültür çıtası bir hayli yükseklerde... İnsanlar istemeden ve hatta fark etmeden o çıtanın üzerinden geçerek yaşıyorlar.
Kişisel kültür, bu çıtanın üzerine tuğla koymasa da pek fazla bir şey fark etmiyor.
Çünkü... Çıta yüksek!
Toplumsal kültür Devlet'in çatısını özenle kapsamış, örtmüş; sıvamış...
Kıskanmamak elde değil.