Akşamüstünün alacakaranlığında, Uğur Mumcu Parkında, saat dokuz otuz sıralarında, küçük ve ağır adımlarla toplanırken insanlar, yüreklerinde hüzün, omuzlarında otuzyedi can taşıyorlardı.
Dile kolay tam 14 yıl geçmişti üzerinden. Sıcaklardan yeni kurtulduk derken, serin bir yaz akşamında yüreğimizde 37 yangınla toplandık Mumcu Parkında.
Biz de kendimizi genç sanıyorduk önceki gün akşamına kadar. Oysa ne çok ihanetler görmüşüz, vahşetler, katliamlar ve yangınlar.
37 bin aydınımızı, gencimizi, çocuğumuzu yakmışlar, kesmişler ve asmışlarda haberimiz yokmuş.
Deniz Gezmişlerden, kızıldere katliamlarından, maraş katliamlarına, maraşlardan sivas katliamlarına, sivas katliamından linç kültürüne, 17 yaşındaki çocukların asılışına, mahkeme salonlarının basılıp, hakimlerin vuruluşuna, etnik kimliğine bakılarak Hrant Dinkin katiline kadar.
Akşamüstünün alaca karanlığında, batı yönünde parlayan bir yıldızın yanına sığınan küçük bir yıldız vardı. Nerelerden kopup geldiği belli olmayan. Derken 36 yıldız daha yaklaştı ve karanlığın çökmesiyle birlikte 37 bin yıldız.
Dünyayı aydınlatan ateşte yananlar değil midir? Ateşle dans edenler ve ateşe semah duranlar.
Söke Kültür ve Sanat platformunun düzenlediği etkinlikteyiz. Sivas katliamını ve devrim şehitlerini anma günü bence.
Bu ülkeyi ateşte yanma pahasına aydınlatmayı görev bilen ve bu uğurda yaşamlarını hiçe sayan insanlarımızı anıyoruz. Unutmadık, unutmayacağız.
Öyle değil midir? Geri kalmışlığımızın temel nedenlerinden biri aydınlarımızı, düşünen, üreten ve geleceği sırtlayan insanlarımızı en verimli zamanlarında birileri katlediyor ve biz ancak onları toprağa verdikten sonra koruyabiliyoruz. Yaşarken sahip çıkmayı beceremedik. Katledenlerden hesap sormayı beceremedik. Birer birer yitirirken aydınlarımızı, gençlerimizi ancak ölümlerinde bir araya gelebiliyoruz. Onlar sağken biraraya gelip çoğalmamız, çoğaltmamız gerekmiyor mu? Bu ölümlere dur demek, bu yaşamı paylaşıp çoğaltmak gerekmiyor mu? Düşünsel birlikteliğimizi eylemsel birlikteliğe, eylemsel kardeşliğe dönüştürmemiz gereekmiyor mu? Hoşgörü kültürünü yaygınlaştırarak, fikirsel tartışmalarda birbirimize katlanarak daha güzele, daha doğruya ulaşmamız gerekmiyor mu?
Bu geri dönülmez bir döngüye doğru giden, bu toplumu gittikçe kutuplaştıran, ötekileştiren, kin ve öç duygularını besleyen ve sonuçta amparyalizmin ekmeğine yağ süren kardeş kavgasına bir son vermek gerekmiyor mu
Biz bölünüp parçalandıkça küresel sermayenin karlı çıktığı bu duruma son vermek gerekmiyor mu?
Toplarla, tüfeklerle, bomba ve mayınlarla birbirimizi öldürdüğümüzde kazanan silah tüccarları, talancılar, bezirganlar olmuyor mu.
Paylaşamadığımız nedir. Gökteki yıldızlar mı, güneş mi, ay mı?
Biz paylaşmayı beceremediğimiz sürece ölümlerimiz artmıyor mu, emperyalizm daha çok kazanmıyor mu?