Emperyalizm, dünyaya, dünyanın düzenine yeniden şekil vermeye çalışıyor. Hayatın her adımında bunu hissedebiliyoruz, hatta TV haberleriyle çoğu kez görüyoruz da. Dünyanın küçülmüşlüğü, iletişim imkanlarının alabildiğince genişlediği günümüzde herşey gözler önünde, aşikârane seyrediyor, seyrediyoruz.
Son yıllarda emperyalizmin ulus devletlere takıntısı oluştu. Bu yapıyla uğraşılıyor. Dünyanın belâlısı Avripalı sömürgeciler, kolonilerini kaybettikçe, keşfi yine kendilerince yapılan ve tedavüle sürülen ulus-devletlerle hesap görme kararlılığında.
Westphalia Baraşı; tarihi otuz yıl savaşları (en büyük Avrupa savaşı olduğu iddia edilir) sonucunda yapılmış (1648) bir barış antlaşmasıdır ki; protestanların zaferiyle sonuçlanmış, uluslurarası hukuk bakımından da Kutsal Roma İmparatorluğu parçalanmış olduğu doğrulanmıştır. State (devlet), nation (ulus) yani ulus-devlet bu antlaşma ile literatürlere girmiştir. Bu antlaşmadan sonra kendi yasalarına göre hareket eden, kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını izleyen, serbestlik içinde ittifaklar kuran ve bazen, savaş ile barış arasında, güç dengesi kurallarına göre durum değiştren özgür devletler oluşacaktır.
Bir önemli sonuç da; bu antlaşma ile Almanya küçük devletlere bölünmüş, Fransa bütünleşmiş ve dünya üstünlüğünü eline geçirmiştir. O zamanki literatürde de Fransız üstünlüğü ve hakimiyeti açıkça görülmektedir. Bu mevhumlar son derece Avrupai oluşumlardır. Aslen bizim dünyamızın devleti ile de milleti ile de alâkası yoktur.
Avrupa’nın yine 40-50 yıllık savaş sancıları, bölüşüm kaygıları, kendileri az çalışıp, çok sömürüp vücutlarını semirtme yöntemleri icat etme ve bu icatlarına dünyayı ortak etme kibiri ve günahkârlığıdır olanlar. Kendilerince medeni hayat formları, şekilleri uydurup, cafcaflı albenili nazariyeler üretip, sosyal olguları abartıp, grift karmakarışık süreçler içerisine sokarak insanları, insanların dingin akan sularını kirletip, kendi temiz sularını kara kara içme vampirliğidir yaptıkarı.
Milletler ulus devletlerden önce de vardı, olasıdır ki ulus devletler yıkılsa da var olacaktır. Zira ulus-devlet, millet devletimiz oluşumun tek var olma tarzı değildir. Devlet cihazının var olurken ortaya koyduğu bir şekildir ulus-devlet. Belki yıkılacaktır da ama belki de değişerek devam edecektir. Meselâ milli Devletler kurulacaktır, AB’ye inat...
Son günlerde AB içerisinde görülen Almanya hareketliliği inşallah insanlığın başına yeni felâketler açmaz. Avrupa’da süren İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya rekabeti bu dünyanın başına iki dünya savaşı belası açtı. Sonuçta başımıza ABD kötülüğü dadandı ve neo-can garabeti sürüyor. Sanayi devrimiyle ortaya çıkan kapitalizmin, sanayiye dayanan üstünlüğüyle başlayan, bütün dünyayı bu güçle şekillendiren ve pazarlayan bu sürecin devam etme, yaşama mücadelesidir aslında yaşanan, bizler de zavallı piyonlar...
Henüz ulus-devletlerin yerine koyacakları bir oluşum yapamadılar. Üstelik dünya ekonomik krizleri sıklaştıkça ve derinleştikçe o beğenmedikleri devletlerin hazinelerine mum oluyorlar, pek acı ve mânidar.
İki dünya savaşıyla sömürgelerini, kolonilerini, dünyayı tekrar bölüşen, imparatorlukları bitiren beyaz adamlar mala, paraya ve cana doymuyor. Geçtikleri yerleri çekirge sürüsü gibi yok ediyorlar, çölleştiriyorlar, iliklerine kadar sömürüyorlar.
Evet; “Medeniyet dediğin tek kişi kalmış canavar”
Bize musallat olan İngiliz’in dişini Atatürk pek güzel sökmüştü.
Yeni canavarlara, yeni diş sökücüler gerek!
Allah büyük!