Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 günü öldürüldü.
Bir kaç gün önce O’nun hunharca katledilişini andık/lanetledik.
- Kanı yerde kalmayacak, dedik.
Bir kat daha üzüldük.
Ve eğer vakit bulabildik ise, biz kez daha düşündük.
Ondan bize ulaşan izi ve etkiyi anımsamaya çalıştık.
Yaşadığımız koşulların yarattığı medya silindirinde şekillendirilmiş olan pek sayın siyasetçilerimiz de andı Uğur Mumcu'yu; üzüntülerini ilettiler; "sorry" dediler.
Peki biz nasıl andık o yürekli, namuslu, yurtsever aydını?..
Soru bu satırları karalayan kişiye sorulursa yanıtı aşağıdadır:
O’nun değerli hatırasına saygımızı arz ettik ve düşünmemizi sürdürdük…
Yerleşik kanaatlere ve tabulara tutsak olmadan düşüncemizi sürdürdük… Ve bu büyük devrimcinin hatırasına saygısızlık etmemeye özen göstererek, aklımızın izini sürdük.
Uğur Mumcu, çetelerle, emperyalizmin gizli-açık her nevi örgütü ile yiğitçe mücadele etti... Tas-tamam, eksiksiz bir gerçektir bu.
Gönlümüzün alkışı O’nunla beraberdir… Yattığı yerde toprağı bol, rahmeti gür olsun...
Ama onun büyük mücadelesini yakın tarihimizin gerçekleri arasından sorguladığımızda görünen gerçek şudur:
O’nun karşısında her dönem ve koşulda, düzenli ve sistematik bir yapılanma içinde organize olmuş “teknik” örgütlenmeler yer almıştır...
Güçlü irtibat ve istihbarat ağları içinde disiplin içinde çalışan resmi/gayrıresmi örgütlere karşı yiğitçe savaşan bir Uğur Mumcu...
Bu manzara karşısında tespit edilmesi gereken gerçek şudur:
- Uğur Mumcu, örgütsüzdü!..
Yalnızdı!..
Ve dolayısıyla da, bu yüzden ve bu ölçüde [ne yazık ki] güçsüzdü!
Bir saman alevi gibi yükselen, sonra sönerek küllenen toplum psikolojisinin kalp atışları içinde yaşıyordu…
Örgütlü, disiplinli, toplumsal aklı rehber edinmiş bir kolektif mücadelenin içinde değildi...
Çıplaktı ve korumasızdı.
Ardında, sadece platonik bir sevgi yumağı ve kendiliğinden alev alan ve sonra da kendi başına küllenen "kitlesel bir güç(!)” vardı...
Uğur Mumcu vakıası, gerek yüreğimiz, gerek aklımız ve gerekse devrimci tecrübe birikimimiz için değerli dersler çıkarılması imkânı taşıyan önemli bir kilometre taşıdır.
Uğur Mumcu’yu saygı ile anan her aydın, O’nun hatırası önünde aklını başına devşirip, ciddiyetle düşünmek zorundadır.
Uğur Mumcu’yu anmak, O’na saygı beslemek ve O’nu alkışlamak yetmez...
Ülkemizin bugünkü koşullarında herkes, kendi çapında ve kendi gücü oran ve ölçüsünde birer Uğur Mumcu olmak zorundadır.
Yalnız olmayan bir Uğur Mumcu olma yoluna girmek ve o yolda yürümek zorundadır.
Birleşmek; güçleri, verimliliği en yüksek bir noktada birleştirmek anlamını taşır.
Bunun adı ise, örgütlü mücadeledir; partileşmektir.
Partileşmek, particilik yapmak, siyasetçilik oynamak değildir.
Türkiye’nin kirlenmiş (kirletilmiş) politik örgütlenme geleneği, taze ve temiz kanlarla yıkanarak aklanmalıdır...
Siyasetin bir meslek değil, bir yurttaşlık görevi ve yurtsever bir sorumluluk bilinci olduğu gerçeği halk vicdanına [yeniden] yerleştirilmelidir.
Siyaset meydanları dezenfekte edilmelidir!..
Üç, dört, beş ve hatta on kâğıtçı insan tipinin, işsiz-güçsüz-başıboş-sergüzeşt insan kimliğinin siyaseti kirletmesine son verilmelidir.
Bütün saydığımız bu “meli-malı”ların gerçekleşebilmesi için ise, olanı/biteni seyretmekten vazgeçip, öncelikle ve hemen şimdi, “içeri girilmelidir!..”
Yani, birleşilmeli ve yani örgütlenmelidir!
Bir de şu gerçek var… Evet, önemliden de önemli bir gerçek:
- İnsan örneğin, Ankara’ya gitmek istiyorsa... Edirne’ye giden otobüse binmemelidir!..
Sizlere iyi yolculuklar..