26 Mayıs Cumartesi günüydü. Eryaman bürodan çıktım. Belediye otobüsü bekliyorum. Hemen durağın yanında bir çöp damı (1,5) metre boyunda), birde büyük çöp bidonu var.
Üç tane çocuk, üçünün ayağı da yalın. Çocuklardan biri 14, 15 yaşlarında, biri 9, 10, bir diğeri de 11 yaşlarında tahmin ediyorum. Çocuklar karaya çalan esmer. Ancak her üçü de cılız ve oldukça zayıf. Bulundukları yaşın çok altında, örneğin 10 yaşındaki çocuklar, fizik olarak beş yaşa yaklaşan torunum kadar ancak var. Beceri bakımından davranışları ile 10 yaşın civarında olduklarını biliyorum.
Çöp damına girip çıkıyorlar. Çöp bidonunun yanına büyükçe bir el arabası koymuşlar, bidondan ve damdan seçtikleri ve işe yarar dedikleri çöpleri alıp, o arabaya atıyorlar.
Büyük oğlan çöp damından büyüyen balonlardan biriyle çıktı. Üfleyerek şişirmeye çalışıyor. Ayakları yalınlıktan dolayı kir ve nasır bağlamış. Elleri de keza. Çöpten buldukları her şeyi ellerine alıyor ağızlarına götürmekten sakınca görmüyorlardı.
Benimle birlikte durakta bekleyen 30- 35 yaşlarındaki bakımlı ve güzel bir bayan, istem dışı bir şekilde bana dönerek -herhalde bağışıklık kazanmışlardır. Bizim çocuklar olsa hemen hasta olurlar- diye söylendi. Fakat benim nasıl bir tepki vereceğimden çekinmiş olacak ki, söylediği sözcüklerin sonlarını kesiyordu.
Ben durumu kavramıştım. Bayana; işte, Başbakanın istediği üç çocuk dedim. Kadın hiç tepki vermedi. Belli ki çekiniyordu. Ben olayın üzerine giderek bunlarda hastalanıyorlar. Bunların her biri 30 yaşı ile birlikte, kalıcı bir hastalığa yakalanarak, ömürlerince hasta yaşıyorlar dedim. Eve geldim. Akşam haberlerinde Başbakanın bilmem ne toplantısından sözcüklere basa basa sesleri geliyordu.
-Kürtaj Uludereden daha büyük bir cinayettir. Sezeryana karşı olan bir başbakanım. V.b cümleler.
Herhalde artık bu ülke insanlarının aklını başından devşirecek şok bir olay gerekmektedir. Çünkü her gün bilim ve bilimselliğe bizzat ülkeyi yönetenlerce düşmanca edilen sözler var. Bu gün yaptığını ertesi gün, boylu boyunca çelişki ile inkar ya da, sanki bir başkası yapmışta, erk sahibi onu eleştiriyor izlenimi yaratılıyor.
Örneğin Uludere bir cinayetse, Bu cinayeti işlemiş olan bu emri verenlerdir. Dolayısı ile hükümetin başı olarak başbakan vermiştir bu emri. Şimdi çelişkiye bakalım. Sonra kimse kaçakçıyı savunmasın diyor. Peki, siz bunları kaçakçı mı? ya da pkklı diye mi? vurdunuz. Yoksa Her ikisi ile birden mi? suçladınız. Değilse yanlışlık yaptığınızı söylüyorsanız, öyleyse bunların ikisi de değil, biz özür diliyoruz mu? diyorsunuz. Bunların hiç biri belirlenmediği için, dört bilinmeyenli denklem (şu anda dört bilinmeyenli denklem icat edilmemiştir.), kullanarak anlaşılmaz hallere getiriyorsunuz. NEDEN?
23 milyon insanın günlük 1,5 -2 dolar, 32 milyon insanın asgari ücretle geçinme savaşı verdiği 75 milyonluk Türkiyenin kaç milyon nüfusa çıkarsa bunlardan kurtulabileceğini düşünüyorsunuz? Da, her kadına 3 çocuk çağrısı yapıyorsunuz. Çöpten ekmek toplayan ve ülke nüfusunun üçte ikisinin asgari ücret ve açlık sınırının altında yaşadığı bir ülkede, nüfus artışı ile hangi şeyi kurtarmış olacaksınız.?
Bu ülkenin; Ekonomik, kültürel ve politik potansiyelleri, bu ülke insanını huzur ve gönenç içinde yaşatacak düzeydedir. Yeter ki üretim, dağıtım ve tüketimde adalet sağlanmış olsun. Demokrasinin işlerlik kazanması, anlaşılıyorki demokrasiyi özümsemeyen insanlara rağmen, adalet özgürlük ve eşitlik kavramlarının işlerliği ile birlikte hayata geçecektir. Yöneticilere rağmen diyorum. Çünkü yerel potansiyelle birlikte dünya konjüktürü de bunu gerektiriyor.
Bu nedenle halkımızın uğraşlarına devam ama enseyi karartmadan.