TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

İSMAİL VERGİLİ

 

 

20. yüzyılın ilk yarısında İki büyük Dünya Savaşı yaşandı. Büyük ölçüde can ve mal kaybı olmuştur. Milyonlarca insan hiç yok yere ölmüştür. Bu savaşın aktörleri, kalkınmasını tamamlamış Avrupa ülkeleridir. Emperyalist ve sömürgecilik ruhunun siyasi, sosyal ve ekonomik çıkar çatışması ile dünya bu iki büyük savaşı yaşamıştır. Bu savaşların yarattığı büyük can ve mal kayıpları sonucu, barış duyguları ön plana çıkmıştır. Bu acı olaylardan ders alan aklı başındaki devlet yöneticileri bir araya gelip, fikir ve güç birliği sağlayarak, insanlığın barış içinde yaşatılmasını düşlemişlerdir. Bu nedenle de çeşitli ittifaklar oluşturmuşlardır. Bu ittifakların ilki, Atlantik Paktı (NATO) ve ikincisi de Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) dir. Şimdi bu iki topluluk hakkında bilgilenelim:

“NATO”: İkinci Dünya Savaşı’nın korkunç can ve mal kayıplarının acısını silmek ve insanlığı barış içinde, mutlu yaşatmak için ve de Doğu Avrupa’da beliren Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) tehlikesine karşı, kolektif bir savunma örgütü olarak kurulmuştur. NATO, Amerika Birleşik Devletleri’nin öncülüğünde 9 Nisan 1949’da Washington Antlaşması ile Atlantik Paktı resmen faaliyete geçmiştir. Türkiye ve Yunanistan 1952’de, Federal Almanya da 1955 yılında Nato’ya resmen üye olmuşlardır.

“AET” Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu adıyla bir araya gelen Avrupa’nın bazı devletleri, (Belçika, Federal Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda) 1.ve 2. Dünya savaşlarının acılarını silmek ve insanlığı mutlu bir geleceğe taşımak için, ekonomik ve siyasi iş güçlerini birleştirerek bir birlik oluştururlar. İlk kuruluşta bu birliğin adı “Kömür ve Çelik Topluluğudur” Sonraları bu topluluk 25 Mart 1957 tarihinde “Roma Antlaşması” ile resmi olarak Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) adını alır. Bu topluluğun merkezi Brüksel’dir. 1991 yılında Roma Antlaşması’nda büyük değişiklikler yapılarak, topluluğun adının Maastricht Antlaşması ile Avrupa Birliği (AB) şekline dönüştürülmüştür. Türkiye, AET Birliğine ilgi duymuş, 12 Eylül 1963 yılında Ankara Antlaşması ile ilişkilerini resmileştirmiştir. 1987 yılında da tam üyelik için başvurdu. 1 Ocak 1996 yılında da Türkiye, Avrupa Gümrük Birliğine resmen katıldı.

Türkiye, Avrupa’nın oluşturduğu bütün kuruluşlara ilgi duymuş, yararına inanmış ve bu kuruluşlara üye olmada gayret göstermiştir. Çağdaş Dünyanın aydınlık yüzüne yönelmiş, “Yurtta barış, Dünya’da barış” ilkesiyle, insanlığın özlediği Dünya barışının öncülüğünü yapmıştır. Ancak çeşitli kuruluşlarda müttefiki olan ve dost kabul ettiği Avrupalı dostları, Türk Milletinin bu yüksek hassasiyetini anlayamayacak yoksunluk içindedirler.

Türkiye Nato içinde Kore savaşına katılmıştır. Bosna’da, Makedonya’da, Afganistan’da Somali ve Lübnan’da  “Yurtta barış, Dünya’da barış” için Türk Askeri görev başındadır. Ancak bu denli özverili çabasına karşı, müttefiki olduğu Avrupa ülkeleri tarafından bu çabaları yeteri kadar takdir ve tasvip bulmamıştır. 1991 yılında  (SSCB)’nin dağılması sonunda Türkiye, Nato içinde üvey evlat muamelesi ile karşı karşıya kalmıştır. Üyeliği umursanmaz duruma düşmüştür. Görevde varsın, ama söz sahibi olmada yoksun. Olmaz böyle bir ortaklık ve birlik. Türkiye, 1963’ten bu yana 46 yıldır AB katılmak için uğraş vermiş, fakat her seferinde bir engelle karşılanmıştır. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenleri İç ve Dış sebepler olarak tanımlayabiliriz.

İç Sebepler: Türkiye, kendi iç bünyesinde demokrasiyi ve laiklik ilkesini çağdaş düzeyde henüz tamamlayamadı. Anadolu Halkının tarihten gelen ve irticaiyi din duygularının etkisinde kalan feodal yapıyı ve yaşam tarzını henüz yıkamamıştır. Çeşitli zamanlarda, Atatürk İlke ve Devrimlerinden, siyasiler oy uğruna ödünler vererek akıl dışı dogma düşünceler meydan bulmuştur. Bu ve benzeri nedenlerle, Türk Halkı gerektiği kadar çağdaş düzeyde gelişmesini tamamlayamadı.

Dış Sebepler: Türkiye, Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünya’da Barış” özdeyişi ile Dünya barışının öncülüğünü yapmasına karşın, AB Ülkeleri, Türkiye’yi Avrupa Birliğine almayı bir türlü içlerine sindiremediler. Daha dün Varşova Paktı ülkelerinden ayrılan Devletçikler, kaşla göz arasında hemen üye yapıldılar. 46 yıldır Türkiye şu veya bu nedenlerle bekletilmektedir. Bu hal müttefiklikle ve dostlukla asla bağdaşmaz. Bu çifte standartlık ve iki yüzlülüktür. Bir nevi düşmanlık duygularını gizler. AB Kıbrıs Rum Toplumu’nu AB’ ye kabul ederek tarihi bir hata yapmıştır. Böylece AB’yi çocuk oyuncağına çevirmiştir. Türkiye’yi AB’ ye kabul etmemelerinin nedenini anlamak o kadar da zor değildir. Çünkü Türkler Bizans İmparatorluğunu yıkıp, Anadolu’yu işgal etmişlerdir. Asırlarca Balkanlara sahip olmuşlardır. Haçlı Seferlerini, Sevr Barışını reddini ve Lozan Barışının mağlubiyetini henüz unutamamışlardır. Her fırsatta Türkleri Anadolu’dan çıkarıp, Orta Asya’ya gönderebilmenin gizli planlarını yaparak Türkiye’yi parçalayıp yıkma düşleriyle yatıp kalkıyorlar. Avrupa Birliği’nin 2004 yılı sonbaharında Kopenhag Kriterleri adı altında Türkiye’den istediği ve dayattığı koşullar dostane bir istek değildir. Bu isteklerde iğrenç düşmanlık kokmaktadır.

Avrupa Birliğinin, Türkiye’den istediği ve dayattığı şartlar:

1- Türkiye Lozan Barışı şartları içindeki azınlıklara ek olarak Anadolu’daki Kürtlere ve Alevilere de azınlık hakları tanınsın.

2- İstanbul’daki Ortodoks Patriğine “Ekümeniklik” unvanı tanınsın.

3- Heybeli Ada Ruhban Okulu eğitim ve öğretime açılsın.

4- Türkiye, Kıbrıs Rum Devletini tanısın ve adadaki işgalci Türk Askerini çeksin ve Rum gemilerine Türk limanlarını açsın.

5- Anadolu’daki akarsuların, özellikle de Fırat ve Dicle ırmaklarının kullanımı ve denetimi, uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesi.

6- Ermeni soy kırımının tanınması. Ve buna benzer daha pek çok istekler öne sürülmektedir.

Bütün bunlar gösteriyor ki; A Birliği ülkeleri Türkiye’nin müttefiki ve dostu değildir. Bu istek ve dayatmalar, Türkiye’nin iç işlerine müdahale anlamını taşır. Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin bu durum karşısında kesin tavır alıp, diplomatik bir dille gerekli uyarının yapılması gerekir. Türkiye geleceği için başka birliklerle de ortaklık kurabilir. Örneğin Avrasya Birliği. Türk Milleti kuru yaprak misali istenilen yöne sürüklenecek bir millet değildir. Hele hele bir kabile ve de çadır devleti hiç te değildir. Türk Milleti’nin genlerinde kölelik yoktur. Genlerinde “Bağımsızlık ve özgürlük” vardır. Yöneticilerimizin bu ulvi değerleri iyi bildiklerine eminim.

Duygularımı paylaşan okurlarıma saygı ve sevgiler