TRAJİKOMİK İKİ BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ HİKAYESİ

YILMAZ ÖLMEZ

Basın’da Sansürün Kaldırılışının 103. yıldönümü çeşitli kurum ve kuruluşlardan gelen mesajlarla kutlanıyor. 24 Temmuz Basında Sansürün Kaldırılış 103. Yıldönümü ve Basın Bayramı kutlamaları vesilesiyle ben de Basın Özgürlüğü(!) ile ilgili trajikomik iki hikâyeyi paylaşmak istiyorum siz değerli okurlarımla…

4 yıl önceydi; kıyıdan denizin 50 metre içerisine kazandırılan bir balıkçı restoranının açılış töreni yapılacak. Bu restorana ulaşmak içinde iskeleden yürümek gerekiyor.

Neyse basın mensupları baş tacı, ”Önden Buyurun Arkadaşlar” hürmeti yapılıyor. Eeeee ne de olsa işletmenin reklâmı yapılacak ya;

 Özgürsünüz kardeşim.

 Hatta restoran sizin…

Açılış saati geliyor ve kurdeleyi kesecek protokol ile foto muhabirleri ve kameramanlar yerlerini alıyor.

O da ne?

Protokolün bulunduğu iskele yavaş yavaş çökmeye başlıyor.

 Durum vahim;

Çok değil; 5 dakika öncesine kadar hürmet gösterilen basın mensupları iskele çökmeye başlayınca bir anda restoranın çalışanları ve sahipleri tarafından itilip kakılmaya başlanılıyorlar, objektiflerinin önü peçeleniyor.

Neden mi?

Nedeni belli, iskele çökmesiydi o restoranın reklâmı çok iyi yapılacaktı. Fakat iskele çökünce karizma yerle bir. İşletmenin açılışı hep bu kötü anla hatırlanacak. O nedenle de çekimler engelleniyor.

Gelelim basın özgürlüğüne!!!

Arkadaşlar; 21 yıllık meslek yaşamında bu tür trajikomik olaylarla hep karşı karşıya kaldım. Maalesef ülkemizde basın özgürlüğü, çıkar ve menfaatlerin başladığı noktada başlıyor ve çıkar ve menfaatlerin bittiği noktada da bitiyor. Tıpkı üstte yer alan yazıda olduğu gibi.

REHA MUHTAR BAKIN BİR ANDA 

NASIL KÖFTECİ YILMAZ OLUYOR!!!

Telefonun ucundaki ses, ”Reha Muhtar’ımız nasılsın? Seninle gurur duyuyoruz. Haberlerini beğenerek izliyoruz” (Bu hürmet bana)

Ve ardından ekliyor,

“Yılmaz’cım; benim oğlan yürüyemiyor. Akülü özürlü arabası için yardımcı olursan sevinirim”

Haliyle haber yapıyorsunuz ve bu kişinin çocuğu akülü özürlü araca kavuşuyor.

Haber yaptınız ve sonuca ulaştınız ya; Reha Muhtar’sınız.

Aradan 5–6 ay geçiyor…

O da ne?

Aynı arkadaşımızın bir diğer çocuğunun üzerinde bir miktar uyuşturucu bulunuyor ve bunun üzerine de emniyet güçleri tarafından adliyeye sevk edilmek için ekip aracına bindiriliyor. Mesleğiniz geriyi siz de fotoğraf çekiyorsunuz.

Hani özürlü çocuğuna akülü araç isteyen baba var ya; bir anda aslan kesiliyor, bağırıp, kükrüyor.

Oğluna akülü araba kazandırdığınız için Reha Muhtar hürmetiyle sizi yere göğe sığdıramayan baba var ya; ”Yayınla o haberi de bak ayağına nasıl sıkıyorum.” Tehdidinde bulunuyor, haberciliğinizin altından girip, üstünden çıkıyor.”

Kısacası kendi çıkarlarının bittiği noktada sizin özgürlüğünüzü de bitiyor.

Hatta Reha Muhtar hürmeti gidiyor, yerini, ”Köfteciden Gazetecimi Olur?”şeklinde küçümseyici sözler alıyor.