TIK YOK!.. PEKİ SORUMLU KİM?

FARUK HAKSAL

Ulusal kanal tüm gün aranıyor. Ellerinde savcılıktan tasdikli yakalama belgeleri olan “görevli” polisler altını üstüne getiriyorlar Ulusal Kanal’ın…

Aydınlık Gazetesi de öyle, İşçi Partisi de…

İçlerinde İşçi partisi genel başkanında bulunduğu çoğu medya mensubu bazı kişiler gözaltına alınıyor.

Televizyonların ana haber programlarını izliyorum;

- Tık yok!

Medya mensuplarının birliklerini, sendikalarını, kuruluşlarının seslerine kulak kesiliyorum;

- Tık yok!..

İktidar partisi ile Adalet Bakanı’nı anlıyorum, ne yapsınlar?.. Siyasetleri bu çizgiyi izliyor, yapacak bir şeyleri yok.

Ama muhalefet partileri nerede?..

Demokrasinin vazgeçilmez unsurları oldukları Anayasamızda yazılı olan siyasi partilerimizi gözlüyor gönlüm;

- Tık yok!..

Emniyet müdürünün kapısını vuruyor bir polis memuru;

- Tık tık…

- Girin.

- O’nları getirdik amirim, emirlerinizi bekliyoruz.

İşte Türkiye, “ileri demokrasi” dedikleri acubeye bu pencereden bakmakta ve bu tempoda koşmaktadır;

- Tık tık… Ve tıkır tıkır!

Siz inanmayın tıngır mıngır yuvarlandığımızı söyleyenlere…

Yürüyoruz evvel Allah.

Hamd/olsun, diyorlar…

Oluyoruz, Elhamdülillah…

Manzara acıdır.

Düşündürücüdür.

Ancak ortaya çıkan bu acıklı sonuçta tespit edilmesi gereken bir yalnızlık öğesi vardır…

Türkiye’nin ulusalcı güçleri sistemli bir şekilde yalnızlaştırılmaktadır.

Her türden başarısızlığın karşısında ileri sürülen “nesnel şartlar”ın gerisinde tespit edilmesi gereken bir “ancak” bulunmaktadır…

Evet ancak… Bizler, içinde bulunulan [ve yiğitçe direnilen] bu vahim yalnızlığı daha yakından ve soğukkanlılıkla [ayrıca ve özel bir dikkatle] irdelememiz gerektiği düşüncesini taşıyor ve sözünü ettiğimiz yalnızlığı defederek kalabalıklaşmanın yolunun buradan geçtiğine inanıyoruz.

Toplumsal mücadelenin başarıya ulaşabilmesi için kitlelere kök salmak ve o köklerin içine yerleştirilecek damarları yaygınlaştırmak gerekir.

“Küçük olsun, benim olsun,” bencilliği ile yola çıkıp, sahip olduğu gücü kendi elleriyle eritmek hiçbir örgütlenmeyi başarıya götürmez.

Eğer toplum içinde yalnız kalmışsanız, eğer kalabalıklar sizin peşinize akarak katılmıyorsa, o noktada durup, derin derin düşünmenin vaktidir.

Parti içinde halen var olan insan gücünün yaş ortalamasının oldukça yüksek olması da bu konuda aydınlatıcı bir uyarı değeri taşımaktadır.

Şimdi sanıyoruz bazıları bu yazıda altı çizilen     “yalnızlık” gerçeğinin nedenleri üzerine kafa yormak yerine, kızgınlıklarının ibresini yükseltme yolunu seçeceklerdir.

Ama bu bazı kişiler artık, zaten böyle yapa gelmekle yaratmış oldukları bu sonucun yegane faili olduklarını farkına varmak zorundadırlar.

Peki, ya farkına varmazlarsa ne olur?

“İt ürür, kervan yürür…”

Yani, biz bu gerçekleri gittikçe gürleşen sessimizle haykırmaya devam ederiz, Türkiye’nin aydınlık geleceği mahzun gözlerle batan güneşin alaca/karanlığını izlemeye devam eder.

Ve de en önemlisi, “atı alan Üsküdar’ı geçer ve hedefine daha da yaklaşır!..

İşte esas vahim olan da budur.