Tarlada Buğday, Fırında Ekmek Nasıl Oluşur?

E. TURGUT TEKİN

 

 

Yazmak bir tutkudur. Yazamadığınız anlarda ise üzülürsünüz. Sağlığım nedeniyle okuyucularımdan biraz da olsa ayrı kaldık, üzgünüm, özür dilerim. Sağ bacağımda meydana gelen bir ağrı nedeniyle tedavi için İstanbul'a gitmek zorunda kaldım. Dönüşümde Söke'nin ve Söke'den görev yapan değerli emniyet mensuplarının, insanlarımıza karşı gösterdikleri yaklaşımı görünce duygulandım. Sabah saat 05.00’de İmamhatip Camisi önünde otobüsten inmiştim. Devriye arabası, yakınımda idi. İndiğimi ve aksadığımı görünce iki genç polis kardeşim yanıma gelerek, "Amca geçmiş olsun, araba kaza mı yaptı?" diye sordular. Onlara durumu anlatınca, beni arabaya alıp, evime kadar getirdiler. İnsan böyle durumlarda gurur duyuyor ve Türk Polisi'nin özverili halkıyla birlikte olduğunu gösteriyor. Bu polislerimize, Emniyet Müdürümüze, değerli Kaymakamımıza bu yönden dolayı teşekkür ederim. Zaten bir ulusun birlik ve beraberliği böyle sağlanır ve pekiştirilir.

Bugünkü konumuz "EKMEK ZAMMI", çiftçi yani ekmeğin kaynağı olan buğdayı üreten çiftçi ,"Buğday para etmiyor. Ekmeyeceğiz diyor. Öbür yandan ise çalışan ücretli kesim, "Fakirin bir ekmeği vardı, onunla oynamayın."diyor. Buğdayı üreten, un yapan, ekmek yapan ve tüketen dörtlüsünün hepsi şikayetçi ve ağlıyor, çiftçiyi kim dinliyecek? Un fabrikalarını kim dinleyecek? Fırıncıyı kim dinleyecek? Tüketiciyi kim dinleyecek?

Bugün bu dört kesim de ağlıyor. Çiftçi, ektiğim buğdaydan zarardayım diyor. Zam istiyor. Un fabrikaları maliyetine satıyoruz diyor, zam istiyor. Fırıncılar işçilik, yakıt, maya ve diğer katkılar pahalı diyorlar. Tüketiciler ise asgari ücret belli. Besin kaynağımız olan ekmek pahalanırsa aç kalacağız diyorlar. Bu dört kesimin hepsi de hükümeti veya belediyeleri suçluyorlar. Peki hükümet ve belediyelerin gelir kaynakları yeterli mi? Herkes yeteri kadar ve zamanında vergisini ödüyor mu? Muhataplar "hayır" diyor. Onlar da vatandaştan görevini zamanında yapmadıklarından şikayetçi. Yani bir düzensizlik var. Bu düzensizlik ise yetersizlikten kaynaklanıyor.

Son yıllarda çiftçilerden şöyle bir ses yükseliyor: "Fındık üreticisi, çiftçi isyanın ateşini fitilledi. Son birkaç yıldır tarımsal ürün fiyatları gerilerken, girdi maliyetinde artış oranı bazı kalemlerde yüzde 130'un üzerine kadar çıktı. Son beş yılda refah seviyesini kaybeden çiftçi, Cumhuriyet tarihinde ilkkez başkentten miting talep ediyor. Şikayetlerini Marko Paşaya duyurmak istiyor. Ama Marko Paşa duymuyor."

Peki bu Marko Paşa kim? Enşasyon, faiz, bütçe gibi makro göstergelerde başarılı sayılan AKP hükümeti, tarımda sınıfta kalmıştır. Türkiye nüfusunun % 30'u hala tarım alanında faaliyet gösterirken, hükümetin uyguladığı tarım politikaları üreticiyi isyana sürükledi."

Bunlar geçtiğimiz yıllarda yazılanlardan birkaç alıntı. Bir de 2006 yılında yayınlanmış bir istatistiki bilgi var elimde. Bakın orada tarımla ilgili rakamlar ne diyor? Bel büken girdiler, üretimi nasıl çıkmaza sokuyor. Aslında üreticiyi isyan noktasına getiren en önemli neden, tarımsal ürün fiyatlarındaki artış oranları sınırlı kalırken, girdi maliyetlerinin yüksek oranlarda artması oldu. Enşasyonda sağlanan düşüşte önemli bir etken olan girdiler hakkında şikayetçi olan yok.

BUĞDAY İLE KOYUN GERİSİ OYUN

Türkçe'de çok güzel bir deyimdir, "Buğday ile koyun, gerisi oyun" Buğday, sadece insanların besin kaynağı değildir. Hayatın temelidir. Bütün canlıların besin kaynağıdır. Bugün buğday üretmekte herkesin sandığı kadar kolay değildir. Tohumu toprağa atıp enaz sekiz ay bekleyeceksiniz. Allah yağmur verirse, suyunuz bol ise, hava şartları iyi giderse yeterli bir ürün alırsınız. İklim müsait olmazsa, kurak giderse, su yetersiz ise yandınız. Bir de dolu ve pas gibi afetlere maruz kalmaz iseniz. Ekmeğini yediğimiz buğday çok zor üretilen ve emek istiyen bir çalışma dalıdır. Emekçi insanların alın teridir. Köylünün çoluk çocuğu ile yoğurduğu ekmeğinizdir. Onların haklarını korumaz vermezsek, soframıza nefis kokulu buğday ekmeği gelmez. Önce onların hakkını verelim ki buğday üretilsin. Değirmenci un yapsın. Fırıncı ekmek yapsın. Tüketici ise sağlıklı ve verdiği paranın karşılığını alarak yesin. Bunların hepsi bir düzene bağlıdır. Bu düzeni iyi kurnak, yönetmek gerek. Öyle ezbere beyanatlarla bu işler yürümez. Çiftçi buğday üretemez hale gelirse aç kalırız. Değirmen buğdayolmazsa unu neden yapar? Ya fırıncı yakıt yoksa, işçi yoksa nasıl ekmek çıkaracak?

Türkiye'de her yıl 4 milyar ekmek israf ediliyor. Bu rakamın parasal karşılığı ise yılda 700 milyon dolar. Hollanda,Belçika ve benzeri ülkelerin bir yıllık ekmek ihtiyacını biz çöpe atıyoruz. Bu kadar ekmeğe yazık değil mi?

Bugün birçok ülkede katkısız ve yüzde yüz doğal ekmek üretiliyor. Değirmenden çıkan un, elenerek fırında ekmeğe dönüştürülüyor. Köylerimizdeki insanlar bu ekmekle daha sağlıklı beslenirken, biz de lüks ekmek tüketimi niye?

Her belediye seçimleri döneminde "Halk Ekmek" fırınları düşünülür. Miting alanlarında söylenir. Ama unutulur. Bugün ekmeği pahalı bulanlar, bir avuç patates cipsine 50 Ykr. veriyor. Bir şişe kolaya 1 YTL veriyor. Daha birçok şeye itiraz etmeden alıyor da, iş ekmeğe gelince aslan kesiliyoruz. Oysa bir ekmek bir insanı 24 saat yaşatır. Ama bir avuç cips veya bir şişe kola ise yaşatmaz. Gelin birbirimizi suçlamadan, insanlar ımızın besin kaynağı olan ekmeğimizi ve buğdayımızı hakkaniyetle paylaşalım. En doğrusunu bulup uygulayalım. Hiçbir kimse hiçbir kimsenin uşağı değildir. Emeğinin karşılığını almalıdır. Seninki emek benimki değil olmaz. Ama gerçekçi ve hakkaniyetçi olalım. Fiyatları kabartan yan girdileri de dikkate alarak, yolun ortasını bulalım.