SÖKE’NİN GURURU SAYIN EKREM KARAKAŞ: “SU ÜRÜNLERİ FAKÜLTESİ İLE İLGİLİ G

E. TURGUT TEKİN

 

 

Ticaret Odası Başkanımız Sayın Süleyman Toyran’ın basın toplantısından hemen sonra gündemde yer alan “Söke’de kurulması düşünülen fakülteler” ile ilgili görüşümü “biz neden su ürünleri fakültesi üzerinde duruyoruz?”başlığı altında yazıp 21 Ekim 2008 tarihli “Söke Gerçek Gazetesi”nde yayınlamıştım. Yazım gerçekten umduğumdan daha çok ses getirdi. İnternet denen şey gerçekten müthiş bir şey. Sizi anında okuyorlar. Aydın ADܒden 6 Prof., 3 Doçent, Söke’den en az 60 kişi arayarak kutladılar. Hele bunlar içinde biri var ki, daha hastaneden yeni kalkmış ve İzmir’den Söke’ye gelmiş, hasta yatağında yazılarımı okumuş, o haliyle telefona  sarılıp beni aramış. Ben olmadığım için yerime kızım cevap vermiş. Eve geldiğimde, kızım:

- Baba, bugün seni Ekrem Karakaş amcam aradı. Selamı var, bana kadar gelsin dedi. Yarın sizi yazıhanesinde bekleyecekmiş. Eşimin rahatsızlığı nedeniyle İzmir’e gidip geliyordum. Bu nedenle de işyerimde fazla kalmıyordum. Cuma günü namazdan sonra yanına gittim. Merdivenleri zor çıkıyordu. Belli ki hastalık tam geçmemiş ve hem de halsiz düşürmüş. Ellerini öpüp koltuğuna oturmasına yardım ettim. DP döneminin bu güçlü adamı yaşlılığın ve hastalığın zorlamalarına karşın inatla hayatla mücadele veriyor ve bu haliyle bile çok sevdiği Söke’nin sorunları ile alakadar oluyordu. Başkalarının umurunda değilken, o Söke ile hasta olmasına rağmen ilgileniyor, yazılanları izliyor, görüşlerini başarılı geçmişin deneyimlerine dayanarak yorumluyor, açıklıyor ve yol gösteriyordu. Kendisine:

- Büyük geçmiş olsun, hastaneye ziyaretine gelemedim. Benim de eşim hasta. Onunla hastane hastane dolaşıyoruz. Bu nedenle gelemediğim için özür dilerim.

Ekrem Bey, hasta olmasına rağmen camiye gidip Cuma namazını kıldıktan sonra yazıhanesinde birikmiş olan gazeteleri okurken benim yazımı okumuş ve etkilenmiş. Beni de bu yazı ile ilgili olarak aramış. Dedi ki:

-Ben, hayatımda ilk kere 40 gün hasta oldum. Doktorların gayreti ve tıp teknolojilerindeki ilerleme ve Allah’ın yardımları ile çok şükür bunu da atlattık. Bundan sonra da Allah ne kadar ömür verdiyse bunu yaşarız. Ama hasta olarak yaşanmıyor. Fazla kilo verdim, halsiz düştüm. Seni iki nedenden dolayı aradım. Birincisi özledim. Seni oğullarım kadar severim. İkincisi su ürünleri fakültesi ile ilgili yazını bir değil birkaç kere okudum. Çok ama çok beğendim. Ben, boşuna sana “HOCALARIN HOCASI” demiyorum. Bir bu yazın ile değil, bütün yazılarınla halkımızı aydınlatıyorsun. Önce bunun için teşekkür ederim. Yazına da canı gönülden katılıyorum. Yazında belirttiğin düşünceler,gayet doğrudur. Şimdi sana bazı hataların nelere mal olduğunu yaşanmış hayatımdan anlatacağım. Bunları anlatalım yazalım ki gençler okusun da, bizlerin düştüğü hatalara düşmesinler.

Ekrem Bey hasta haliyle anlatıyor, bende önemli noktaları unutmamak için not alıyordum. Çünkü benim kafamda rahat değil. Dünyada yaşanan ekonomik krizler, ülkemizi uzun yıllardan beri alev alev yakan terörist olaylar, çiftçi ve esnafın hali, işsiz vatandaşların feryatları bizde ne kafa ve nede hafıza bıraktı. Beynim de artık gençlik yıllarımda olduğu gibi teyp görevi yapmıyor. Eskiden bana anlatılanları olduğu gibi hafızama alır ve olduğu gibi yazardım. Çok güçlü bir hafızam vardı. Lisede okurken beni tanımayan ve derslerimize yeni giren öğretmenler, ilk yazılılarda beni hep kopya yapmakla suçlar, kağıda önce sıfır yazarlardı. Bu olaya benden önce sınıf arkadaşlarım itiraz ederlerdi. Öğretmen:

-Bu kopyacının neyini savunuyorsunuz? Adam nokta ve virgülüne kadar yazmış. Bu kadarda olmaz ki. İnsan hiç değil nokta ve virgülü değişik yere kor. Madem kopya çekmemişse tahtaya gelsin ve anlatsın, görelim. Halep orda ise arşın burada. Numaram 219’du. Öğretmen, “219 haydi tahtaya!” deyince yerimden fırlar ve tahta önüne gelir, konuyu anlatırdım. Anlatırken daha güzel anlatırdım. Öğretmen:

- Oğlum, yoksa bu kitabı sen mi yazdın? Diye sorarlardı ve sonrada sıfırın önüne bir yazar ve onu basarlardı. Şimdi yaş 62. Beyin eskisi gibi basmıyor. Demek ki, insan yaşlandıkça bazı organlardaki anabolizma aktiviteleri zayıflıyor ve bundan dolayı beyin veya diğer organlar işlevlerini tam yapamıyorlar. Bende son yıllarda yazarken hata yapmamak için genelde önemli konuları not alıyorum. Ekrem Bey’i fazla yormamak içinde bu not alma işine baş vurdum. Bu not alma bahanesi ile de, onun yorulmamasını, heyecanlanmamasını sağladım. Çünkü Ekrem Bey, “SÖKE’NİN SON ASIR CANLI TARİHİ VE DÜEYANİDİR” Allah kendisine sağlıklı uzun ömürler versin. Çünkü ondan öğrenmemiz gereken çok şeyler vardır. Sağ olsun ve var olsun. Her yanına gittiğim de bana gönlünü ve arşivlerini açtı. Bakalım bugün bize neler anlatacak? Ekrem bey, bana bugün şu soruyu sordu:

- Sen, 6 Mayıs 1957 yılında yapılan “BAFA GÖLÜ TOPLANTISI’NI BİLİRMİSİN”. Gerçekten de ben bu toplantıyı bilmiyordum. Ona yanıtım, doğal olarak “HAYIR” oldu. Hasta ve solgun yüzünde acı bir tebessüm belirdi. SONRA KONUŞMAYA DEVAM ETTİ:

-Asıl BAFA GÖLܒNÜN ÖLÜM FERMANI BU TOPLANTIDA VERİLDİ. Bu tümce benim kafamı allak bullak etti. Benim duygum başkalarının anlattıklarına göre gölün bu hale gelmesinin nedeni ve faturası, Söke’de o yıllarda Kaymakam olan  Mehmet Can’a çıkartılıyordu. Hatta bende birkaç yazımda bana anlatılanlara göre, Kaymakam Mehmet Can’ı suçlamıştım. Burada gıyabına da olsa kendisinden özür dilerim. Bana bu bilgileri aktaran kaynak kişiler demek ki yanlış bilgi vermişler. Şimdi Ekrem Bey’in bu konuda verdiği bilgi hem benim için ve hem de Söke için çok değerlidir. Ona sordum:

-Kaymakam Mehmet Can mı? dedim. O gülerek:

-Hayır hayır hepsini anlatacağım. Kaymakam Mehmet Can, o yıllarda Söke’de bile yoktu. Belki Kaymakam bile değildi. O yıllarda Söke kaymakamı, Mustafa Yörükoğlu idi. Bende Belediye Başkanı idim. Mehmet Can bu olaydan çok çok sonra geldi. Olayı bende merak etmeye başladım. Eline eski yıllara ait olan bir albüm aldı. Birkaç yaprak çevirdikten sonra, tarihi bir resmi çıkarıp zayıf ve yaşlı elleriyle bana uzatırken:

- Bak, bu resmin altına, “6 Mayıs 1957 BAFA GÖLÜ TOPLANTISI İLE İLGİLİ KONUŞMALAR” diye yazmışım. İşte Bafa Gölü’nün ölüm fermanı o toplantıda alınıp, imzalandı. Rahmetli Behzat Selçuk’un dediği gibi 15 kiloluk sazan veren Menderes, kepçelerle çıplak kamyonlara balık yükleten Bafa Gölü, kayıklarla sahile taşınan balıkları üreten Karina Lagünlerine ne oldu da öldürüldü? Ben Sakız Burnu Dalyanı’nından kefal, levrek ve yılan balıklarının kamyonlara kepçelerle yüklendiğine tanık oldum. 600-800 gram gelen balık yumurtalarına ne oldu? Çok önemli bir yaraya bu yazında neşter vurmuşsun. Bugün bu kadar. Artık yoruldum. Gerisini yarın ki yazıda okusunlar. Yarınki yazının başlığı:

“6 MAYIS 1957 BAFA GÖLÜ TOPLANTISI”        * Devam edecek