Türkiyede köşe yazarlığı yapmanın hem zor olduğunu hem de çok kolay olduğunu yazmıştım.
Çünkü güzelim vatanımda üretilen sorunlar anında çözülemediği gibi yıllar boyu sürüncemelerde bırakılarak, sorunların çözümlenmesi için ilgililer bir araya gelerek tartışmaları dahi sonuçlandıramamaktadır. Bu da köşe yazarlarının işine yaramakta ve ellerinde bol malzeme buluma fırsatını yakalamış olmaktadırlar.
İşte son günlerin gebe kaldığı problem ve yine yıllarca halledilemeyen problem.
Türban bitti derken bu seferde bu konu gündeme geldi.
Okullarımızda zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Derslerinin zorunlu olup olmaması.
Yıllarda Türk toplumunu ikiye bölen tatsız bir olay.
Ülkemizdeki Laik kesimin taraftarları din dersinin okullarda zorunlu olarak okutulacak olması devletin çeşitli inançlar karşısında tarafsızlığını yitirecek olmasını savunmaktadır
Din dersini okullarda zorunlu okutulmasını isteyen kesimler de böyle bir taraf tutan tutumun asla olamayacağı, aksine dini yargıların yükseldiği bir ülkede ahlakın da iyi yol kat ettiğini savunmaktadırlar.
Ancak zorunlu din dersinin okutulmasını istemeyen kesimler, çocuklara dini bilgilerin ailesi tarafından öğretilmesini savunmaktadırlar.
Ama unutulan esas konu, okullarda okutulacak dersin din dersi olmadığı, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi olmasıdır.
Laik kesimle, din dersinin önemini arz eden kesimler arasındaki bu çekişme yıllardır sürüp geldi. Ama hiçbir zaman da bu sorunu şu şekilde çözdük diyen çıkmadı.
Vatandaş ise hangi kesime inanacak, şaşkınlık içindedir.
Her iki taraftan da bakıldığında, her iki taraf da haklı gibi görünse de, zararın kendilerine dokunacağını bile bile sessiz çoğunluğu oynaya gelmiştir.
Toplumu aydınlatacak yazarlarımız da kendi içerisinde bölününce, iki ucu dikenli bir değnek misali hiç kimsenin elinde kalmamıştır.
Tabi bu iki kutubun çekişmesi, özellikle İslâmın üzerinden büyük oyunlar sergileyen dış mihrakların ve misyonerlerin işine yaramıştır.
Elimizi vicdanımıza götürerek bir düşünelim.
Hangi aile çocuğuna dini değerleri içeren konularda eğitim verebiliyor? Veriyorsa, ne derecede başarılı olabiliyor.
21 Yüzyıla girdiğimiz şu tarihlerde sokak çocuklarımızın sayısı kat kat artmış, kendini uyuşturucu batağında görmüş çocukların yaşı on üçlere kadar düşmüş, ana ve babaya karşı gelen, ana babayı döven evlatların çığ gibi çoğaldığını görmekteyiz.
Onun için zorunlu olmasın diyenlere verilecek en güzel örnek ve cevap bunlar olmalıdır diye düşünüyorum.
1980 öncesi seçmeli olan din dersi uygulamasında (dikkat edelim, din dersi, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi değil), isteyen din derslerine giriyor, isteyen girmiyordu.
Ancak din derslerine girmek istemeyen çocukların ailelerini iyi irdelemek gerekir. Kimlerdi bunlar?
1980 sonrası din dersleri okullarda zorunlu olunca hiç o kadar korkulacak dindarlar çıkmadı okullarda. Aksine toplumun değer yargılarında bir çöküş başladı.
Örneğin;
- Aile, çocuk arasındaki kopukluklar giderek arttı.
- Sokak çocuklarının sayıları hızla arttı.
- İnsanlarımız bencilleşip, tamamen toplumu unutup, kendi geleceklerinin ihyasına yöneldi.
- Komşuculuk olgusu kayboldu, aynı apartmanda oturanlar bir birlerini tanıyamaz hale geldi.
Laik düzende okullarda din derslerinin zorunlu veya zorunsuz gibi bir şart olmaması gerekir. Ancak herkes dinini de öğrenmeye mecbur olmalıdır.
Peki bu dini bilgileri devlet eliyle öğretilmezse, kimlerin eliyle öğretilmelidir?
Laik eğitimde kişi kendi arzularının ışığında eğitim almalıdır ama, bu istekleri devlet politikalarına da uygun olmalıdır.
Laik devlet yönetimi isteyenler zorunlu din dersine karşı oldukların söylediklerinde, madem aile dini bilgilerini versin diyorsa, anne ve babaların çocuklarına istedikleri yaşta bu eğitimi verme fırsatını da vermelidirler. Ama bu görüş bu kesimde pek gündeme getirilmiyor.
Aslında zorunlu din dersi laik yönetimin bir ayağı olmalıdır.
Laik düzende din dersi olmaz diyenler bence yanlış yapıyorlar.
Her zaman yazdığım gibi;
Avrupanın laik devletlerinin okullarında din dersleri okutulur. Ancak veli ve öğrencinin istediği dini düşünceler doğrultusunda ve dini konularda yetkili olan kişilerce okutulur.
Tabi ki ataist ise, yine ataist bir kişi tarafından.
Türkiyemiz de de laik bir devlet politikası böyle olmalıdır düşüncesindeyim.
Anayasanın 24. maddesini kaldırmaya çalışıyoruz. Nedir bu 24. Madde. din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetimi ve denetimi altında yapılır" deniliyor. Yine devamında,"devlet dini eğitimi denetler" deniliyor.
Eğer devlet dini eğitimi denetleyecekse, neden bu 24. madde değiştiriliyor.
Şimdi iş daha iyi anlaşılıyor. İş üzüm yemek değil, iş bağcıyı dövmek.
EN AZ ÜÇ ÇOCUK
Sayın Başbakanımız, yıllarca bizlerin savunduğu bir sorunu UŞAKta dile getirdi. Başbakanın kadınlarımıza seslendiği konuşmasında kadınlarımızdan en az üç çocuk istedi.
Yılların politikası ile iki çocuk barajı koyduranlar, doğum kontrolünü evlerin için kadar taşıyalar, seslerini ancak Kayseriden Edirneye doğru geçirebildiler. Bu bir gerçek.
Doğum kontrolü ancak bu bölgelerde uygulanabildi. Geçen 25 yıllık zaman diliminde Türkiyede çoğunluluk olan kesim azınlık durumuna düştü. Nedeni ?
Sayın Başbakan, bu kanayan yaraya iyi bastı ama eksik bastı.
Bir de ödenen çocuk paralarını elle tutulur bir hale getirirse ve memurlara serbestsiniz derse, bakın o zaman her memurun kaç çocuğu olur.
Bu asırda çocuk doğurmak kolay da, çocuk yetiştirmek ?
ÇOK İNANDIYDIK
Talabani Türkiyeye geldi.
Geldi ve ne itibar gördü, ne itibar.
Ama adam geldiğinde yine bir yerlere bazı mesajlar verdi.
Bu arada, söylediği sözleri de inkar edip, ben Kürt kedisi demedim, Irak kedisi demiştim deyip, bir de üstüne üslük sırıttı.
Tabi bizde çok inandıydık bu gafilin palavralarına.
Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında konuşanlara inat, sevgili üstadımız Mustafa Nevruz Sınacının şu derleme satırlarını sizler duyurmaktan kıvanç duyarım.
Eyyy Şanlı Türk Ordusu: Sen şanlısın, zaferlerin tek ve ebedi kahramanısın. Sen, insanlı yaradılışı ile var olan Türkün Askeri, Anaların kınalı kuzusu, 17.000 yıllık asil Türk Milleti ve yüksek medeniyetinin muhafızı;Mete Han, Oğuz Kağan, Alp Er Tunga, Timur Han, Cengiz Han, Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleymansın. Sen, Muhammedansın, Mehmetçiksin. Ölmeyen, ölüm nedir bilmeyen ve vatan için can-baş vermeyi şeref sayan, şân sayan şüheda ve Gaziler ocağısın. Sen ki, yolundan ve izinden imanla, samimiyet ve sadakatla yürüdüğün Ebedi Başkomutan Gazi Mareşâl Mustafa Kemâl Atatürkün ordusu; Türkün, dünyaya çelik pençeleri, adalet ahlâkı ve emsalsiz hukuku ile kazıdığı DAMGASIN )
Andımız: Türküm.Doğruyum.Çalışkanım.
Yasam: Küçüklerimi korumak, büyüklerimi Saymak. Yurdumu ve milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm: Yükselmek, ileri gitmek ve muasır medeniyet seviyesini aşmaktır.
Ey, Büyük Atatürk; Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime; Ant içerim.
Varlığımız Türk varlığına armağan olsun.
Ne Mutlu Türküm Diyene...
Şehitler Ölmez; Vatan Bölünmez.
Akan Türk kanlarının bedeli mutlaka alınacaktır.
Saygılarımla.
* DÜZELTME
11 Mart 2008 tarihli gazetemizde Nevzat Seçene ait olan köşe yazısı Oyhan Hasan Bıldırki imzasıyla yayınlanmıştır. Düzeltir yazarlarımızdan ve okuyucularımızdan özür dileriz.