SADETTİN DEMİRAYAK’I NASIL TANIDIM?

 

 

2008 yılında değerli büyüğümüz ve ağabeyimiz Selim Sabit Pülten'i kaybettik. Ruhu şad, makamı cennet olsun. Yine aynı yıl, gazetemiz yazarlar ailesine bir ağabeyimizi aldık. Eski senatörlerden, hukukçu Sadettin Demirayak. Sadettin Demirayak'ı eskiler, Söke Cumhuriyet Savcılığı döneminden tanırlar. CHP Aydın Senetörü olarak da hemen hemen Aydın'ın her tarafında tanınır. Asıl bunlardan öte, Aydın Merkez'de AYTV’de yaptığı programlardan da yayının ulaştığı bütün yöreler tanıyor. Böyle tanınmış bir kişinin yazarlarımız arasına katılması sevindiricidir. Geç de olsa kendisine hoşgeldiniz der, başarılar dilerim.

O’nun Aydın Senetörü olduğu dönemde, ben de Koçarlı Karadut İlköğretim Okulu Müdürü idim. Köyün yerinin değişmesi gündemde idi. Muhtarla birlikte köyü eski yerinden yeni yerine nakletmeyi plânladık. Köy halkının yüzde yüz oluru ile ilgili makamlara dilekçe verdik. O zamanlar Koçarlı Kaymakamı da sayın Erol Ertuğrul'du. O’da ilgilenince Valilik ve İmar-İskân Müdürlüğü işi hızlandırdı ve bakanlıkça proje kabul gördü. Yerin üzerinden yüksek gerilimli elektrik hattı geçiyordu. Onun yerinin değiştirilmesi şarttı. Bu işi de Ankara çözecekti. Kaymakam bize izin verdi ve dedi ki:

- Hocam, Muhtar Ankara'yı tanımaz. Birlikte Ankara'ya gidin ve bizim Senatör Saadettin Demirayak'ı bulun, durumu anlatın ve benim de selamımı söyleyin, o bu işi hızlandırır. Biz de Erol Ertuğrul'un talimatı ile kalkıp Ankara'ya gittik. Ben de o yıllarda rahmetli Sırrı Atalay'ın adıma düzenlettiği TBMM giriş kartı vardı. Ankara'da bulunduğum günlerde o kartla meclise gider, öğlen yemeklerini yerdim. Hem ucuz ve hem de kaliteli oluyordu. Bu kartla meclise girmemiz sorun olmadı. Saadettin Demirayak'ı da kısa sürede bulduk. Muhtarı tanıyormuş. Benimlede o gün tanıştı. Bizi çok iyi karşıladı, sorunumuzu dinledi, evrakları inceledi, arabasına alıp Ziya Gökalp Caddesi'ndeki TEK'in Yatırımlar Dairesi Başkanlığı'na götürdü. Başkan da bizi iyi karşıladı, çay kahve ikram etti ve ilgili daireye sevk etti. Hatta:

- Siz rahat olun, biz bu işi çözeriz. O gün Saadettin Bey'in başka işleri vardı ve bizden ayrılmak zorunda idi ve ayrılırken de:

-Takip edin, herhangi bir pürüz çıkarsa yardımcı oluruz, dedi ve ayrıldık.

O yıllarda CHP yeni iktidar olmuş ve Rahmetli Bülent Ecevit de Başbakandı. Bizi sevk ettikleri şube müdürü evrakları inceledikten sonra:

-Bu iş biraz zor, ama nasıl çözeriz, onu bir inceleteyim. Siz yarın saat onda gelin, dedi. Bizde daireden ayrılıp, Ulus’a geldik ve bir otelden kendimize yer ayırttık. O gün Karadut Muhtarı İsmail Sevim'e Ankara'yı gezdirdim. Gecede biraz gezdik. Ertesi gün daireye gittik. Şube Müdürü araştırma bitmedi, yarın gelin" dedi ve çıkıp gittik. İkinci gün de onu Atatürk Çiftliğine götürdüm. Oradaki yenilikleri gösterdim. Köyde bunlardan biz de nasıl yararlanırız? düşüncesi içinde idik. Çarşamba günü saat 1O.OO'da yine gittik. Aynı adam yüzümüze bakmadan:

- Perşembe günü saat 17.00'de gelin, evrakınız hazır olur, dedi. Biz yine ayrılıp gittik. Ankara'da gezmediğimiz yer kalmadı. Ben okulu kapatmıştım. Köy muhtarsız kalmıştı. Gerçi Kaymakam Bey, “İşiniz bitince gelin" demişti ama, bu işin böyle bir hafta süreceğini de kimse beklemiyordu. Perşembe saat 17.00'yi beklemeyip, saat 15.00'te gittik. Kapısında beklerken, bir odacı yanımıza yaklaştı ve usulca:

- Siz daha çok beklersiniz. Adama:

- Bugün evrakı alıp, akşama gideceğiz. Adam gülerek:

- Bu adam size evrak mevrak yapmaz. Siz CHP’lisiniz, o ise Demirel'in sağ gözü idi. Şimdi buraya oturttular. Saadettin Bey ile gelmemiş olsaydınız belki, ama onunla gelince ve başkan da onlardan olunca bu da size iş yapmaz. Bu sözler aklıma yattı ama, kanımı da tepeme fırlattı. Onun orada yakasından tuttum:

- Be kardeşim, sen neler söylüyorsun. Bu iş benim babamın işi değil. Devletin işi. Devletin isteğini, devletin memuru nasıl yapmaz! Bu üstlerin emrine altların karşı çıkışı olur. Doğru mu söylüyorsun? Adam zor bela elimden kurtulduktan sonra:

-Beni boğacağına, erkeksen içeri gir, işine engel olanı boğ, dedi.

O yıllarda, yaş otuz. Arkamda Sırrı Atalay ve Yeni CHP hükümeti var. Makamından alınıp, alt seviyeye düşmüş bir şube müdürü bana karınca gibi geliyor. Adam doğru olmasa bu sözleri söylemez. Ama bağrıma taş basarak, onun dediği saatı bekledim. Saat gelincede içeriye girdim. Adam, başını kaldırıp şöyle bir baktıktan sonra:

-Yine mi siz? Yahu ne anlamaz adamlarsınız! Sizin iş biraz zor. Çare arıyoruz, bir çare bulamıyoruz. Yanında da kendisi gibi bir konuğu vardı. Ona dedim ki:

-Ben, köyün okulunu kapatıp geldim. En az elli çocuk eğitim ve öğretimden yoksun kaldı. Muhtar ise köyü sahipsiz birakıp geldi. Olacaksa "Olacak", olmayacaksa "Olmayacak" diye yaz, biz gidelim. Adam:

-Vay vay, bir de tehdit mi? Devlet memuruna makamında zorbalık mı? Bu zaten CHP’nin ruhuna uygundur. Utanmazsan, bir de baban yaşındaki adamı döv bari. Hey Allahım, çattık belaya sen kurtar dedi. Biz de çatmıştık. Muhtar benim deli dolu biri olduğumu bildiği için, arkamdan ceketimin eteğini kavramış tutuyor ki, bir delilik yapmayayım. Adama tekrar:

-Bakın bayım, size kim ne kötülük ettiyse, hesabınızı onunla görün. Biz sana ne yaptık! Sen Demirel'in adamı iken, biz mi seni makamından al aşağı ettik! CHP’nin suçunu bize niye yüklüyorsun! Bu iş bizim babamızın işi değil, Devletin işidir. Olacaksa olsun, olmayacaksa olmasın. Cebimizde paramız bile kalmadı. Ben sadece şunu istiyorum: Ya olumlu ya olumsuz , cevabını iki satır yaz, ver çekip gidelim. Parti ve politika sizin olsun. Ben öyle değince, konuk olan adam dayanamadı:

-Anladığım kadarı ile hocam doğru söylüyor. Olumlu ve olumsuz gerekeni neden yapmıyorsun?dedi. Şube Müdürü:

-Olumlu yapmak için araştırma yapıyoruz. O hatta kullanılan direklerin aynısı elimizde yok. Üretim için ise yapılacak masrafa değmez. Teknik elamanlar, çare arıyorlar. Adam gülerek:

-Bir hafta bu insanları bunun için mi oyaladın? Değişecektir, diye yaz ve sonra çarelerini ara. Yazık değil mi bunlara? Ben olsam, yakana yapışırdım. Hoca yine iyi sabretmiş. Adam sonra bize döndü ve şunları söyledi:

- Hocam, bu arkadaş adına sizlerden özür dilerim. Yarın saat 10.00 da gelin yazınızı alın ve evinize gidin. Türkiye'de bu partizanlık varken biz ezilir gideriz. Hiç söz etmeyin. Haklı olduğunuz yerden göğe kadar doğru. Ben bu birimin müdürüyüm. Olaydan ilk kere haberdar oldum. Ben ilgileneceğim. Yarın saat 10’da, 8 numaralı odaya gelin. Hem çayımı için ve hem de evrakınızı olumlu olarak alın ve evinize dönün. Adama sadece "teşekkür" ettik ve çıktık. Çıktığımızda vücudumuz titriyordu. Muhtar:

-Hele şükür, bir belâdan kazasız kurtulduk. Kenarda oturan hademe yanımıza gelerek:

-Beni dövecektin, dövülecek adamı gördün mü? Size mahsus söyledim ki, hazır müdür orada iken, durumu anlasın da size yardımcı olsun. Kardeşim, ortam öyle kötü ki, daireler parsellenmiş. Demirel’in adamları, başkalarının işini, başkalarının adamları da daha başkalarının işini yapmıyorlar. Ortada ne iktidar ve ne muhalefet kalmış! Sokakta kan gövdeyi götürüyor. Adamlar, kaç aydır bir Cumhurbaşkanını seçemediler. Sizler taşradan gelip, haftalarca bekletiliyorsunuz. Hakkınızı aradığınızda bir de suçlanıyorsunuz. Ben bu işleri göre göre bu kapılarda verem oldum. İçerde neler konuştuğunuzu bilmiyorum ama, az çok tahmin ediyorum, dedi. Ona olanları anlattım. Sonra dedim ki:

-Niye bize önceden söylemedin veya müdüre gidin demedin? Adam dedi ki:

-Müdür izindeydi, yeni geldi. Hem sizi bu kadar oyalayacağını bilmiyordum. Adama:

-Geçte olsa uyardığın için teşekkür ederim. Davranışımı unut, bir anda ne yaptığımı bilemedim. Adam:

-Ben, unuttum bile. Bu dairelerde iş yapmak için ya adamın, ya da yumruğun olacak. Başka türlü olmuyor. Ertesi günü, müdür evraklarımızı dediği saatte verdi ve köye döndük. Daha Koçarlı'ya girer girmez Kaymakam Bey'e çıktık. Yazıyı verdik ve durumu anlattık. Ertuğrul Bey:

-Siz orada köylü için çalışırken, köylüler arkanızdan şikayet dilekçesi yazmış ve valiliğe vermiş. Vali de bana havale etmiş. Ben gereken yazıyı yazdım. Ama görüyorsunuz ki, ülkenin sonu selamete gitmiyor. Bu ne partizanlıkmış. Yorgun argın köye geldik. Dilekçeyi yazıp imzalayanlar, utanmadan:

-Yaho hocam bir hayırlı haberle dönmüşsünüzdür. İnşallah iyi olmuştur. Köyün yeri değişecek mi? diye soruyorlardı.

İşte Kenan Evren'e 12 Eylül'ü bu zihniyet ve aşırı fanatik politikacılar yaptırdılar. Yoksa, politikacılar böyle partizanca davranmamış, yasalara uygun çalışmış olsalardı, olmazdı. Günde ortalama 25 kişi ölüyor, 50 kişi ise yaralanıyordu. Türkiye silah deposu olmuştu. Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş oy uğruna rolden role giren aktörler gibi halkla alay ediyor ve oynuyorlardı. Sayın Demirayak'ta bir hukukçu olarak, bu hukuksuz ortamın içinde idi.

12 Eylül, Türkiye’yi bir uçrumun eşiğinden döndürdü. Sıkıyönetim günlerinde Karadut gibi ufak bir köyden, iki torba tabancayı ben teslim ettim. Bağarası parkına çuvallarla atıldı. O dönem verilerine göre iki orduya yetecek kadar kaçak silah elde edildi. Sukünet sağlandı. Bazı sıkıntılar yaşandı ama ülke bugünkü Irak'ın durumuna düşmedi.

Rahmetli Sırrı Atalay'ı o günlerin birinde ziyaret etmiştim. Babamı ve beni Kars'tan tanırdı. Tanrı rahmet etsin, çok iyi bir insandı. Cumhurbaşkanlığı'na da yakışıyordu. Ona dedim ki:

- Sayın Başkanım, sizi niye seçmiyorlar? O gülerek:

- Ben, altın zembille gökten insem, beni seçmezler. Neden demeden, o söyledi:

-Çünkü ben, CHP’liyim. Suçum budur. Adamlar işi bilene vermez de, işi bilmeyenIere hevale ederler. Benim gibi permemento içinden yetişmiş bir insanın başlarında olmasını istemezler. Ben gülerek:

-Çünkü at oynatamazlar dedim. Rahmetli gülerek:

-Hay ağzını öpeyim, aynen öyle.

Ben, o yılları yaşamış bir Türk Öğretmeni olarak, Kenan Evren'i haklı buluyor ve 12 Eylül'ün yapılmasının şart olduğu ortamının doğduğuna inanıyorum. Ama başkaları inanmayabilirler. Bunun nedeni de o günkü politikacılardır. Yine o günkü hükümetlerdir. Bunların Türkiye'de parmak atmadıkları hiçbir güzel şey kalmamıştı. 27 Mayıs'ı bilmem ama, I2 Eylül'ü çok iyi bilirim. Allah ordumuza zeval vermesin. Vatana ihanete yönelmiş binlerce haini dezenfekte etti. Ama ne yazık ki bitmediler. Hala ülkemizi bölmeye parçalamaya çalışan fonksiyonlar ve çeteler, örgütler vardır. Belki daha da olacaklardır. Ne yazık ki bizler Atatürk'ün Gençliğe hitabesini tam anlamı ile okuyup, anlayamıyor ve değerlendiremiyoruz.

Ben, Saadettin Ağabey'e az da olsa konuya dokunduğu için teşekkür ederim.

Kendisi, senatör olmadan önce Savcı idi. Senetörlüğü düşüncede Trabzon'a yine savcı olarak gitti. Sorgulananlar, suçlananlar, suç ortaklarının kimler olduklarını çok iyi biliyordur. Ondan ricam, bu konuları bir savcı raporu gibi değil de, bir edebi yazı içinde öyküleyip anlatmasıdır. Çünkü o günlerde, hem adalette ve hem de politikada etkin bir insandı. Başkalarını bilmem ama, geçte olsa hatalarımızı yazıp anlatmakta, geleceğimiz için yararlar vardır. Çünkü geçmişten ders almak herzaman, geleceğe ışık tutar.

Kendisine sağlıklı günler ve başarılar dilerim.