PEMBE İNCİLİ KAFTAN

E. TURGUT TEKİN

 


İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı bize geçmişi anımsattı. Dünyaca ünlü Türk öykü yazarı Ömer Seyfettin’i ve onun yine dünyaca ünlü “PEMBE İNCİLİ KAFTAN” öyküsünü.

  Tarihimiz, ibret verici olaylarla doludur. Türk Tarihi denince akan sular selama durur. Orta Asya’da, Çin’de, Orta Doğu’da, hatta 3 kıtada yazılmış destanlarımız var. Bu 3 kıtada at oynatarak, destanlar yazdık. Bugün çevremizde yaşamakta olan birçok devlete örnek olduk. Çoğunu da uzun yıllar biz yaşattık. Egemenliklerine kavuşamadıklarında yardımcı olduk. En az 500 yıl onlarla beraber yaşadık.

  Ezilen, horlanan, dışlanan uluslara kucak açarak, bağrımıza bastık. Bunlardan hiç kuşku yok ki biride Yahudilerdir. Yahudiler, başta Mısır Ve Araplar olmak üzere Romalılar, Bizanslılar, İspanyollar, Almanlar ve Ruslar tarafından ezilip dışlanırken Türkler tarafından kucaklanarak bağırlarına basılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve Cumhuriyet döneminde bile imtiyazlı bir sınıf gibi yaşadılar. İslam ülkeleri içinde dost olarak yaşadıklar ve desteklendikleri tek ülke Türkiye’dir.

  Son yıllarda bile Türkiye ile İsrail arasında birçok konuda iyi ve yapıcı Tarihe dayalı bu uzun dostluk, elbette ki bir kendini bilmez politikacının oyunu ile bozulmaz. Önemli olan bir bakan yardımcısının oyunu değil, devleti yöneten kadrolarla halkın görüşü, duyguları ve düşünceleridir. Başta İsrail Devleti’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı olayı düzelttiler. Zaten devlet politikası ile örtüşmeyen, tamamen kişisel kaprise dayanan bu egoistçe yaklaşım kapanmıştır. Daha fazla üzerinde durmaya gerek yoktur. Basında, kamuoyunda sakız yapıp çiğnemekte anlamsızdır. Sağılmakta olan, kabuk bağlayan bir yarayı deşerek tekrar kanatmak kangrene çevirir.

  Benim burada söylemek istediğim herkesin gerçekçi olmasını ölçülü, davranmasını istemekten başka bir şey değildir. Davos’tan sonra İsrail ile Türkiye arasında bir kırgınlık ve soğukluğun oluşması, zaman zaman böyle yansımalara neden oluyor. Böyle gergin anlarda, yetkililerin ve medyanın gayet soğukkanlı olması ve davranması gerekir. ”Kurtlar Vadisi” gibi hayali, vurdu-kırdı dizileri yaparak, uluslar arası hukuka ve ilkelere ters düşen diziler bize yarar yerine zarar verir. Rencide edici, onur kırıcı, gurur yaralayıcı yazılardan, yapımlardan ve söylemlerden uzak durmak, söylem ve tavırları yetkililere bırakmak zorundayız. Yoksa her kafadan bir ses çıkarsa ve her ağzı olan konuşursa olaylar büyür, çığırından çıkar ve kontrol edilemez hale gelir.

  Oysa büyük devlete, böyle dedikodulu davranışlar yakışmaz. Atatürk’ün dediği gibi “YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ” yakışır. Atatürk’ü uluslar arası yücelten duygular ve davranışlar savaşları kazanmış, yeni bir devlet kurmuş olması değildir. Onu, uluslar arası üne kavuşturan herkese karşı saygılı, hakkaniyetli olmasıdır. İzmir’in kurtuluş günü mağlup Yunan devletinin bayrağını ayaklarının altına sererler. Ama o yüce insan, bu düşman bayrağını çiğnemez. ”Onu derhal ayakaltından kaldırın” der. O, düşmanın onurunu, gururunu, şerefini, namusunu asla çiğnemedi, hiçbir kimseye çiğnetmedi.

  Gurur, aşılması çok zor olan karlı bir dağdır. Karşındaki mağlup ve düşmanda olsa sakın onun gururu ile oynama. Dinar’da öğretmenlik yaparken yaşlı ve topal bir adamla tanıştım. 25 yıl cezaevinde adam öldürmek suçundan yatmış ve çıkmıştı. Ara sıra yanıma gelir, okumak için benden ödünç kitap alır, okuduktan sonra geri getirirdi. Bir gün işlediği cinayeti anlattı. Sonunu şöyle bağladı: ”Beni dövse, küfretse belki vurmazdım. Ama onurumu kırdı, gururumu incitti. Ya o ölecekti, ya ben!!!” dedi. Sonra gözlerini gözlerime dikerek konuşmasını şöyle tamamladı: ”Azan kuşun ömrü az olur derler. O da azmıştı. Gücüne, kuvvetine, babasının zenginliğine güvenip çok can yakıyordu. Herkese efelik taslıyordu. Ama elli kuruşluk kurşuna dayanamadı. Sol göğsüne giren çekirdek onu çam gibi devirdi.”

  Adam gözyaşlarını silerken: ”Hem beni, hem kendisini yaktı.Topal ve sıska olmamıza takılıyor, alay ediyordu. Halbuki Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyurmuştu: ”Allah-ü Teala sizin bedenleriniz ve yüzlerinize değil, kalbinize bakar.” buyuruyor.

  Adam fazla konuşmuyor, bir yanardağ gibi için için yanıyordu.

  Her kötülüğün bir cezası vardır. Oda yaptığı kötülüğün cezasını çekti. Ama o bu cezaya layık biri değildi. Başkasının neden olduğu cezayı çekmişti.

  Ömer Seyfettin’in ”Pembe İncili Kaftan”ını okuyun. Bir elçi deyip geçmeyin. Onda bir Türk Elçisi’nin ihtişamını bulacaksınız. Bu öyküyü İbranice’ye çevirip o kişiye okutmak gerek.