Geçtiğimiz Çarşamba’ydı. Tufaya düşmek mi, oltaya gelmek mi denir? Bilmiyorum. Pazarcı esnafının (dürüst olanları ayrı tutuyorum.) öne sağlamlarını dizip, arkadaki çürüklerden torbaya devşirmesini kanıksadık. Daha önce de yazmıştım, tezgahlardaki zerzevatın etiketlendirilmesi zabıta-i zorunluluk dışında vatandaşa bir saygı göstergesidir.
Zaman zaman pazaryeri hoparlöründen duyulan “etiketlerinizi tamamlayınız!” çağrısı insanı umutlandırsa da, yerli yabancı her türlü alıcı için çekim merkezi durumundaki “Söke Kapalı Pazaryeri”nde keşmekeşlik sürüyor, ne yazık ki…
Konumuza dönecek olursak, doğal olarak pazar yerini gezerek bütçeye uygun zerzevatı bulup almak için dolaşırken, kiraz iki buçuk lira etiketi konmuş tezgahtan, çocuklar bol bol yesin diye iki kilo gram kiraz karşılığı beş lirayı verince, esnaf kardeşim; “Hocam beş lira daha vereceksiniz.” demesiyle etikete daha bir dikkatlice baktım. İki buçuk liranın yanında dikey olarak belli belirsiz “ yarım kilosu” yazısını fark ettim. Miyop gözlerim beni yanıltmıştı. Fiyat etiketi yerine malı öven etiketlerle bezenmiş tezgahlardan özellikle uzak durmaya çalışan ben, oltaya gelmiştim bu kez…
Sözün özü, kalitenin tesadüf olmadığını ve toplumların her zaman müstahak olduğu şekilde yönetildiğini bir kez daha gülümseyerek anımsadım…
Not: Köylü Kadınlar pazarının tertip düzeni ve hijyenliği konusunda neden bir çalışma yapılmadığı, bir de sokaklara taşacak idi ise o kapalı pazarın neden yapıldığı konularında merakımı hâlâ giderebilmiş değilim.
Bir Sökeli yurttaş olarak daha modern bir kenti hak ettiğimi düşünüyorum. Bunu, (Söke’de her anlamda yaşam kalitesini artırma çalışmaları) aynı zamanda meclise yolladığımız “Vekillerimizin de gündemlerine ivedilikle yapılacak işler” notuyla almalarını diliyorum.
Bir kent sever olarak...
Gözlemlerim devam edecek…
Tüm, görmeyen gözlere, duymayan kulaklara karşın…
Her insanın yaşadığı yere borcu olduğuna inanıyorum…
Esen kalınız…