Ömrü yetmedi...
O aslında, bir sokak lambasıydı. Bulunduğu (sokağı) bölgeyi baştan sona aydınlatmak, karanlıkta bırakmamak için gece gündüz yanar, yanardı.
Öteki arkadaşlarım anlatacaklardır, kısa ömrüne çok şey sıkıştıran bir adam Karakaş. Sosyal hayatta, ticarette, siyasette izi var. Sökenin yenileşmesinde, Sökelinin ufkunun açılmasında önderlik yapmış, üstelik bu tutumunu ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür.
Düşünene bunlar az şey değil. Onun katlandıklarına yaşıtlarından birçoklarının omzu dayanmamış olacak ki, Ekrem Karakaş gibi görülebilir yapı taşları bırakamamışlardır.
Ben onun yaptıklarını saymayacağım.
Ancak, Karakaşın edebiyatta da iz bıraktığını görmezden gelemem.
Kendisi, okumayı ve yazmayı çok severdi. Üstelik okuduklarından notlar alır, not defterine üşenmeden kaydederdi. Ne zaman habersiz bürosuna gitsem, odasına girsem; onu okurken ya da bir şeyler yazarken yakalardım. Beni görünce yaptıklarını itinayla masasının sol ucuna bırakır, halleştikten sonra ağırlığı olan sohbetlere dalardık.
Bir keresinde bana yakınmıştı: Söke Şairler ve Yazarlar Derneğinin her yıl düzenleyeceği bir yarışmayı desteklemek için gönüllü destekleyici olmuş, gördüğü ilk uygulamanın sonunda oldukça üzülmüştü. Derneğin davetlileri, belediye meydanının yakınında bir lokantada akşam yemeklerini yerken, yanında Abdullah Ziya Kabakla birlikte o meydandaki bir bankta oturmuştu. Kızgındı, öfkeliydi. Kendisini birkaç arkadaş yatıştırdık. Kemalpaşa Şehitler ve Gaziler Parkında yapılan adına konmuş ödül törenine geldi. Sonuçtan asla memnun olmadı. Bıldırki demişti bana Ne olaydı da bu ödül Sökeli arkadaşlarımızdan bir şair ya da yazara verilseydi. Yapılan bu iş yanlış. Bir çaresine bakmalıyız.
Çare bulundu mu? Hayır!
Yönetimle görüşüldü. İşin tamiri yoluna gidilmedi.
Ve Ekrem Karakaş edebiyat ödülü, gelecekte uygulanmak üzere rafa kaldırıldı.
Keşke kaldırılmasaydı...
Bu konuşmalarımdan birinde de, tezgâhımda nelerin olduğunu sordu bana. Ona Kırk küçük İnciden söz açtım. Eserin bir kopyasını sonradan kendisine de verdim. Okuyup incelemiş, bana; Anne babalar, gençler için fevkalade bir eser bu! dedi. Bastırmalısın!
Durumumu anlattım. Kitabın resimlendirilmesi gerektiğini söyledim.
Yaptır! dedi.
Gücüm yetmez! dedim.
Üşenmedi, birkaç yıl içinde başka yerle yardım ettiği için, kendisinin yerine bana destekleyici bulma işine girişti. Buldu da. Ama nedense, yol olur anlayışından hareket eden editörler, ipe un serdiler ve Kırk Küçük İnci hâlâ basılmadı.
Son görüşmelerimizden birinde;
- Yılların köküne kıran girmedi ya, gün ola harman ola... Kırk Küçük İnciyi de bastıracağım, edebiyat ödüllünü de çocuklarımla konuştuktan sonra tekrar dirilteceğim, dedi.
Dedi de, ömrü yetmedi.
O aslında, bir sokak lambasıydı. Bulunduğu (sokağı) bölgeyi baştan sona aydınlatmak, karanlıkta bırakmamak için gece gündüz yanar, yanardı.
Ömrü yetmedi.