Mavi kızıl karıncalar
Bu sorulara cevap bulabileceğim tek kişi vardı. Saatin çok geç olmasına aldırmadan Necla’yı aramak için cebimdeki telefonu çıkardım. Bu telefonu bana o almıştı. Kullanmaktan ne kadar nefret etsem de Necla’nın ‘’Sana istediğim her an ulaşmak istiyorum. O yüzden beni kırma.’’ demesinden sonra yanımda taşımaya başlamıştım. Dört sefer çaldıktan sonra uykulu bir sesle açtı telefonu. ‘’Efendim?’’ demesinden sonra ekranda yazan isme bakmadan açtığını anladım. ‘’Necla iyi geceler. Konuşmamız lazım. Barış ben. Kalk bi kendine gel sana sormam gereken birkaç soru var.’’ dedim. Beş altı saniye geçtikten sonra ayılmış bir sesle ‘’Barış gecenin bir yarısı ne sorusu. Önemli bir şey yok değil mi? Döndün mü? Yoksa kaza mı yaptın?’’ dedi. İçimde babamı hayatıma tekrar soktuğu için ona duyduğum bir öfke olsa da, hiç tanışmadım editörün kim olduğuna emin olmadan bir şey söylemek istemedim. Sakin olmaya gayret göstererek konuşmaya başladım. ‘’Yok bir şey, kaza filan yapmadım. Hala kasabadayım. Bu gece burada kalmam gerekti. Gecenin bu vakti rahatsız ettiğim için kusura bakma, sabah olmasını bekleyemedim. Sana bir şey sormak istiyorum. Kitaplarımın taslaklarını gönderdiğin editör kim?’’ dedim. Biraz düşündükten sonra ‘’Bu saatte bu mu geldi aklına. Ödümü patlattın. Bir şey oldu zannettim bende. Tahir Kozlu diye biri. Ne oldu ki? Şimdiye kadar hiç merak etmemiştin bunu. Bir şey mi oldu? ‘’ dedi. İsmi ilk söylediğinde aklımın içinde bir çağrışım yapmıştı. Necla konuşmaya devam ederken artık onu dinlemiyor, beynimin içinde Tahir Kozlu isminin nerede geçtiğini arıyordum. Hem düşünüp hem de odayı izlerken duvarda asılı olan fotoğrafa sabitlendi gözlerim. Fotoğraf… Bir yaz günü… Annem, ben ve babam… Tahir Tozlu… Bu kelimelerin beynimin içinde birleşmesi ile Tahir Tozlu’nun kim olduğunu hatırladım. Babamın çocukluğundan beri en yakın arkadaşı olan fotoğrafçı Tahir amcaydı dosyaları Necla’ya gönderen. Dükkânına her gidişimde camekânda koyu lacivert renk ile yazılmış Tozlu Fotoğrafçılık yazısının aklımda bıraktığı izlerden hatırlamıştım soy ismini.
Necla’nın telefonda ‘’Alo! Alo! Barış! Orda mısın?’’ diyerek beni kendime getirmesinden sonra sıyrılabildim aklımdaki düşüncelerden. ‘’Buradayım. Bir şey daha soracağım? Bu adamı kim buldu ve sana taslakları nereden gönderiyordu?’’ dedim. ‘’Sen gerçekten iyimisin? Barış bak beni korkutmaya başladın. Sen şimdiye kadar editörünün kim olduğunu merak edip bana sormadın. Şimdi bu merak nereden geliyor. Bak gerçekten söyle, iyi değilsen ilk uçakla hemen yanına gelebilirim.’’ dedi. Necla ile şimdiye kadar hep dost kalmıştık. Ama onun da benim gibi, yaşadığımız yalnızlığa son verecek aşkın birbirimizde olduğunu düşündüğünden artık emindim. Buraya gelmeden önce, babamın öldüğünü, gitmem gerektiğini söylemek için yayın evine gitmiştim. Üzülmediğimi, sadece amcamın hatırı için gittiğimi söylemiş olsam da, içimde bir erkeğin babasını kaybetmenin verdiği acıyı hissettiğimi anlamıştı. ‘’Çok üzüldüm canım. Başın sağ olsun. İstersen seninle gelebilirim.’’ dedikten sonra bir süre daha gözlerini benden ayırmadan ‘’Seni sevdiğimi biliyorsun değil mi Barış.’’ diyerek bana uzun uzun sarılarak ağlamıştı. Belki bu kadını sevebilirdim. Belki ömür boyu sürdürmeyi düşündüğüm yalnızlığımı onunla sonlandırabilirdim. Ama yapamazdım bunu. Kendimle olan savaşımı bile daha kazanamamışken, içimdeki karanlığa onu da çekip yıpratmaya hakkım yoktu.
Daha fazla endişelenip üzülmemesi için sakin ve olağan bir telefon görüşmesiymiş gibi ‘’Gelmene hiç gerek yok. Gerçekten iyiyim. Beni bilirsin olduk olmadık zamanlarda her şey gelir aklıma. Endişelenme, yarın döneceğim zaten. Sen bana Tahir Tozlu’yu nasıl bulduğunu ve sana taslakları nereden gönderdiğini anlatsana. Daha fazla uykunu bölmeyeyim senin.’’ dedim. Ne kadar inandırıcı olmaya çalışsam da, hem geç gelen telefondan hem de birden oluşan editör merakımdan bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Buna rağmen devam etti konuşmaya. ‘’İlk kitabın çıktıktan üç ay sonra, bana posta ile bir dosya geldi. Her zaman gelen kitap başvurusu dosyalarından biri olduğunu düşünerek hemen okumamıştım. Yazar olmaya hevesli birilerinin gönderdiği sıradan kitaplardan biri olduğunu düşündüm. Dosya iki hafta masamın bir köşesinde durdu. Bir akşamüzeri çıkmadan önce şöyle bir göz gezdireyim diye elime aldığımda ilk on sayfa çok hoşuma gitti. Dosyayı yanıma alıp, evde gece yarısına kadar okuyup bitirdim. Kurgu, yazım şekli, üslup o kadar güzel ve akıcıydı ki. Belki de şimdiye kadar okuduğum en güzel romandı. Sabah ilk işim dosyada belirtilen numarayı aramak oldu. Telefonda tanışmak ve kitabını basmak için görüşmeye çağırdım. Yakın zamanda gelemeyeceğini ancak bir ay içinde bir dosya daha göndereceğini söyledi. Üç hafta sonra gönderdiği ikinci dosyayı da okuduktan sonra bu adamın gerçekten çok yetenekli olduğunu anlamıştım. Yazdığı iki kitabı basmayı çok istiyordum. Ancak ne kadar uğraştıysam kabul ettiremedim. Bir gün beni arayıp bir şartla kitapların basılmasını kabul edeceğini söyledi. Senin yazdığın kitaplarda editör olarak çalışmak istiyordu. İlk başta bu fikre olumsuz baksam da bir sefer denemenin bizim için bir şey kaybettirmeyeceğini düşünerek teklifini kabul ettim. Sen ikinci kitabını yazıp bana verdikten sonra dosyanı ona gönderdim. Bir ay sonra gönderdiğim dosyada yaptığı işe bakınca doğru karar verdiğime emin oldum. Daha sonra yazdığın altı kitabını da içim rahat olarak ona gönderdim. Ara ara yazdığı kitapları ne zaman basacağımızı sorduğumda hep ‘’Necla hanım şimdi değil. Doğru zaman geldiğinde emin olun bunu sizde fark edeceksiniz.’’ cevabını aldım. Bu gizemli adamı bende gerçekten çok merak ediyorum. Şimdiye kadar sen bu adamı hiç merak edip bana sormadığın için bunları sana anlatmamıştım. Şimdi lütfen bana bu adamı durup dururken neden bu kadar çok merak ettiğini söyler misin?’’ dedi.