Namert
Mert kelimesinin olumsuz yapılmış halidir. La veya Na heceleri bir kelimenin başına gelirse o kelimenin kendisi olumlu olduğu halde onu olumsuz yaparlar. Burada mert kelimesi, sözüne ve dolayısıyla kendisine güvenilen, ahdine (verdiği söze) sadık olan insan demektir. Namert, kelimesi ise bunun tam tersi bir mana verir ki, sözüne de, kendisine de güvenilmeyen, asla sözünde durmayan insanı tarif eder.
Kuyu, her türlü darlık ve sıkıntının bir remzi, bir işaretidir.
İp ise sizi tuzağa düşürebilmek için ortaya atılan küçük bir takım çıkarlardır. Hani balığı yakalayabilmek için oltanın ucuna küçük bir solucanı yem diye takarlar ya, işte onun gibi bir şey. Siz o küçük şeye tamah edersiniz (kuvvetli istek duymak) ve o şeyi almak için hamle yaparsınız ya, o hamle aynı zamanda sizin tuzağa düşmeniz, kuyunun dibinde kalmanıza sebep olur, demektir.
Atalarımız, bu güzel sözleriyle bizim dikkatimizi, önce size uzatılan ipe, gösterilen küçük menfaate (çıkara) değil, o ipi size uzatan insanın durumunu incelemeye çağırmaktadır. Eğer bu adam daha önceleri söz vermiş ve sözünde durmamışsa, aldığı emanete ihanet etmişse ve konuştuğu zaman yalan söylemişse işte o adama kesinlikle itimat edilmez (güvenilmez) demektedir.
DEYİMİN ULAŞTIĞI MANA
Suriyede yaşanan insanlık dışı olaylar (ki kimyasal silahı kullanan İsraildir de denmektedir) bir yıl gibi uzun zaman bitmek bilmeyen terör katliamlar, birçok insanın canından, ırzında, malından olması, birçok insanın da mülteci (sığınmacı) olarak başka ülkelere kaçması neticesini doğurmuştur.
Başta Cumhur Başkanı Abdullah Gül ve diğer yetkililer olmak üzere Suriyeye Birleşmiş Milletlerin müdahale etmesi gerektiğini, Türkiyenin de bu müdahaleye hazır olduğunu beyan etmiş olmaları basında çıkan haberlerdendir.
Evet, belki bir müdahale yapılmalı, ama bu, bizi her seferinde kazığa oturtan Batı ile birlikte mi yapılmalıdır.
Körfez savaşı sırasında o zamanın Başbakanı ve/veya Cumhur Başkanı Turgut Özalın, Bir koyup beş alacağız mantığıyla Batılılara yapmış olduğu destek ve yardımdan büyük bir hüsranla ve zararla eli boş çıktık. Bizi Irak petrollerinin semtine bile uğratmadıkları gibi Iraka sokmadılar bile
Hala bizim dost diye takdim ettiğimiz, ABye girebilmek için çırpınıp durduğumuz, bu uğurda Bakanlık kurduğumuz, bu bakanlığa başta bir Bakan sonra yüzlerce kadro tahsis ettiğimiz ve bunlara; Sizin işiniz gücünüz, ülkemizi AB (Avrupa Birliği) ne sokmaya çalışmak dediğimiz, ama bunların bizim yüzümüze bile bakmadıkları açıktır.
Daha dün Çanakkalede bu BMler dediklerimiz, yedi düvel olarak karşımıza gelmiş, bizim 250 binden fazla askerimizi şehit ederek Anadoluyu işgal etmek istemişlerdir. Bu acımızı ne kadar çabuk unuttuk.
Bunlar, İttihat ve Terakki (Birlik ve kalkınma) hükümetine imzalattıklar Sevr anlaşmasına göre yurdumuzu aralarında yaylaştıklarını, ancak Padişahın bunu imzalamaması sebebiyle bu anlaşmanın yürürlüğe girmediğini neden unuttuk, acaba
Daha dün denilecek kadar yakın bir zamanda, (30 yıl kadar önce) Bosna Srebzenikada 1800 Müslüman Boşnak, Birleşmiş Milletlerin Hollandalı askerlerine Burası güvenli bölgedir sözlerine güvenerek silahlarını teslim ettiklerini ama Sırpların, Hollandalı askerlerin gözleri önünde bu insanları kurşuna dizdiklerini ne çabuk unuttuk.
Bu yüzümüze gülen, ama arkamızdan bizi hançerleyen Batılılardan Sözde Ermeni katliamını meclisinden geçirmeyen ve bizi mahkûm etmeyen bir ülke kaldı mı, acaba?
KIBRISA NASIL MÜDAHALE EDİLDİ
Biz, daha dün denecek kadar yakın (1974) tarihte Kıbrısa müdahale yaptık. Ve Allahın izniyle Kıbrısın yarısını Papaz Makariosun katliamlarından kurtararak güvenli bir bölge yaptık. Ama dikkat ederseniz o esnada;
- Hükümetimizin müdahale kararının alınmasını ve uygulanmasını adım adım takip eden bir Selamet Partisi yani bir Prof. Necmettin Erbakan vardı.
- Uluslararası anlaşmalara göre Türkiye, Kıbrısta garantör bir devletti.
- Bu müdahalede her hangi bir Batılı ülkenin ne fikri soruldu, ne de onlardan yardım istendi. Her ne kadar Başbakan Ecevit, Oğuzhan beyle birlikte İngiltereye Kalahanla görüşmeye gittilerse de oradan olumsuz bir cevap alacakları belliydi.
- Ayrıca bütün Batı âlemi oyalandı ve uyandıkları zaman ise Türkiye Kıbrısa müdahaleyi çoktan gerçekleştirmişti.
O günkü Hükümetin elinde, ülke dışına asker sevki için Kanun kuvvetinde kararname çıkarma yetkisi olduğu ve Hükümet bu kararnameye göre asker sevkiyatına başladığı halde, TBMMne de bir tezkere göndererek, Ülke dışına asker sevkiyatı için yetki kanunu çıkarması talebinde bulundu.
Meclis müzakereleri günlerce sürdü, gizli ve açık oturumlar yapıldı. Batılılar, bu kanun çıkacak da ondan sonra Türkiye Kıbrısa asker çıkaracak zannediyordu. Bir gün bütün radyo ve televizyonlar, Türkiyenin adaya asker çıkardığını duyuruverdiler ve tabii hepsi şoke oldular.
İslam ülkelerinde kan gövdeyi götürürken bir türlü toplanamayan BM Güvenlik konseyi, iş Kıbrıs Rumları olunca 6 saat gibi kısa zamanda toplanarak, Kıbrısta ateş kes kararı aldı ve bizim ateş kesmemizi istedi.
Bir iş yapılacaksa bunun her yönü düşünülmeli, BMlerle birlikte de olsa girdiğimiz Suriyede kabak bizim başımızda patlamasa
Ama korkarım ki, Kılavuzu karga olanın, burnu pislikten kurtulmayacaktır.