MİLLİYETÇİLİK ve SINIF MÜCADELESİ

FARUK HAKSAL

Nedense “sınıf mücadelesi” kavramı çoğu insanımızı ürkütmektedir.

Oysa insanları harekete geçiren temel unsur kişisel yarar ve çıkar güdüsüdür.

Her insan kendisini korumak, kendi çıkarını gözetmek ve yaşamını en iyi koşullarda sürdürmek güdüsü ile yüklüdür.

Sınıf mücadelesi ise, ortak çıkarlara sahip kişilerin birlikte [ve örgütlü] mücadelesi anlamı ile yüklüdür.

Bir fabrikanın işçileri ortak çıkar paydasında toplanmışlardır.

Çıkar çelişkileri o fabrikanın patronu iledir.

İşçilerin emekleri karşısında alacakları ücretin saptanması kavgasının bir tarafında patron, diğer tarafında da işçiler vardır.

Devlet yönetimine egemenlik mücadelesinde de gerçekte bir sınıf mücadelesi yaşanır.

Patronların egemenliğindeki bir Meclis’in çıkaracağı kanunlar, patronların çıkarlarını daha ziyade gözetecektir.

Patronların sahibi olduğu medya, işçi ve emekçi sınıfların hak arayışlarına izin verdiği miktarda imkân tanıyacaktır.

Eski deyimle, “eşyanın tabiatı” böyledir.

Dünya’nın dönüşü bu yöndedir…

Günümüz Dünya’sının karmaşık ve iç içe girmiş koşullarına geldiğimiz zaman ise, durum ilk bakışta [zaman zaman] çıplak gözle görülemeyecek bir durum gösterir…

Örneğin milliyetçilik kavramı yaşadığımız zaman diliminde titizlikle analiz edilmesi gereken bir öğedir.

Milliyetçiliğin çağdaş tanımı, emperyalist sömürüye karşı mücadele bilinci içinde kendisini bulmaktadır…

Çünkü emperyalist sömürünün önde gelen çağdaş düşmanı “Ulus Devletler”dir..

Bir başka deyişle, milli devletlerin bağımsızlık mücadeleleri emperyalist saldırıya karşı yapılmaktadır.

Emperyalizm’in çağdaş tanımında ise, Batılı kapitalist ülkenin bütünü yer almaktadır.

Kapitalist ülkelerin kendi iç sınıf mücadelesi, sömürülen ülkelerden gelen karların Batılı emekçi sınıflara paylaştırılması ile [şimdilik] ertelenmiştir.

Taa 1920’lerde Mustafa Kemal Atatürk’ün tespit ettiği gibi, Dünya kapitalist ülkeler ve mazlum ülkeler olarak iki safa ayrılmış bulunmaktadır.

Mustafa Kemal Paşa bu [sınıf] tahlilini, bilimsel bir kaygıyla yapmış değildir.

Büyük bir devrimci olarak o, mücadelesinin hedefini doğru belirlemek zorunda olan bir kurmay olarak bu gerçeği görmüştür…

Çağımızın emperyalist süreci içinde kapitalist ülke [tüm sınıfları ile birlikte, bir bütün olarak] sömürücü ve saldırgan bir patron konumundadır…

Bu sömürüye karşı mücadele vermek durumunda ise, muzlum milletler, yani ulus devletler bulunmaktadır..,

Dolayısıyla bizim gibi ülkelerde sınıf mücadelesi gerçeğini ret eden milliyetçi tavır, emperyalizme karşı mücadelenin damarlarını kendi eli ile kesen ve sonuç olarak bu tavrı ile emperyalizme hizmet eden bir işbirlikçi konumundadır…

Bilincini çağdaş sınıf mücadelesi gerçeğini özümseyecek bir düzeye ulaştıran milliyetçilik ise, emperyalizme karşı mücadelenin öncüsü durumundadır…

Ortaya çıkan sonuç gerçekten ilginçtir…

Her iki milliyetçilik yapılanmasının bir tanesi, sonuç olarak emperyalizmin işbirlikçisi; diğeri ise, emperyalist saldırının amansız bir düşmanı ve vatanını [ulus devletini] düşmana karşı koruyan bir yurtsever konumundadır…

Netice olarak bilinç her şeyin başıdır.

Eğer onu yeterli bir düzeyde edinemezseniz, istemeseniz de emperyalizme hizmet edebilir ve hatta onun uşağı olabilirsiniz… Aksi halde ise, ülkenizin bağımsızlığı için mücadele eden bir Atatürk devrimcisi olursunuz.

Mesele işte bu kadar basit… Ama uygulamada bu denli karmaşık