Mahalle baskısı

 

 

Anayasa taslağının hazırlandığı, hatta tamamlanıp da AKP yönetimine sunulduğu bu günlerde bir başka gündem yaratıldı, aldı başını gidiyor.

Mahalle Baskısı.

Ben tanımam ama, şimdiden sonra inceleyip, tanımak istediğim değerli bir bilim adamının görüşleri. Sayın Profesör Maraşlı’nın.

Sayın Profösörün yapmış olduğu bu açıklamasındaki mahalle baskısı, yeni çıkacak olan anayasamızda türbanın serbest olmasından sonra, mahalle içerisinde bazı aşırı dincilerin diğer demokrat ve  laik kesim üzerinde bir baskı kuracağı korkusunu taşımakta.

Gazete köşelerinde bazı yazarlarımız böyle bir baskının sonucunda “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” görüşünde olanları, bazı kelimelerle şimdiden eleştirmektedirler.

Kimilerine göre bu insanlar adam sendeci, kimilerine göre korkak, kimilerine göre haysiyetsiz, kimilerine göre da ideallerini ayaklar altına alacak kadar küçüleceklerini  söylemektedirler.

Eleştiriler ve gelecekteki tehlike korkusu yüzünden ortaya atılan bir ön sezi idi, sayın Mardin’in açıklamaları.

İnsanlar yaşadıkları müddetçe, eğer hayati endişeleri olmazsa küçülmezler ve asla başka birileri istedi diye, onların tabiiyeti altına girmezler.

Sırf ayıp olamasın, aman komşu gücenmesin, yok patron o yerin adamı, ona iyi gözükelim düşüncesi, kişilerin düşüklüğünü gösterir.

Kendini bilen insanlar, sayılan kalıplara girmeyeceklerdir.

Son günlerde böyle bir uygulamaların, yani mahalle baskısının, İstanbul Sultanbeyli’de yaşandığını yazmakta gazeteler. Doğrudur. Sultanbeyli’de yıllardır yaşanıyor bu hal ve hareketler.

Ancak gazetelerin unuttuğu gerçekler de var.

Benim doğup büyüğüm ilçede, ben bildim bileli Ramazan aylarında hiçbir yemek yenecek yer açık olmazdı. Halen de yok.

Gençliğim Ankara’da geçti.

Her genç gibi benimde aşıklık dönemim oldu.

Bir ramazan günüydü. Nişanlımla Ankara’da Rüzgarlı Sokak’tan Ulus’a doğru yürüyorduk. Bir ara istemeden el ele tutuştuğumuzun farkına bile varamadık. Ancak bu durumumuzu, esnafın bize  gösterdiği çirkin sözleri ile anlayıp, utanarak oradan uzaklaştık.

Anlayacağımız bu mahalle baskısı ancak gelmiyor Türkiye’ye.

Çocukluğumuzdan beri var olan bir sosyal olaydı.

Peki, bizim hal ve hareketlerimizde bir değişiklik oldu mu? Olmadı.

Yine uzun saçlı ve İspanyol paça giydik. El ele tutuşmaktan utanmadan, korkusuzca el ele tutuşarak gezdik.

Haa. Şimdi kötüsü ne olabilir.

Kötüsü bu mahalle baskısı yeni yasa ile daha rahat bir hale getirilirse, mahalle baskılarına karşı bir ceza işlem yapılmazsa, inançsal olarak çatışmalar çıkabilir. İran’da olduğu gibi.

Ama bakıyoruz daha şimdiden yer korkusundan, makam korkusundan pusatlarını değiştirenler var.

Yani yazarların dediği gibi  korkanlar, haysiyetsiz duruma düşenler, benliklerini rendice edenler var.

Zaten mahalle baskılarının artacağı bir anayasa yapılacağını pek inandırıcı bulmuyorum.

Yıllarca türbana çare bulun diyen, hatta seçim vaatlerinde türban sorununu çözeceğiz diyenlere, işte türban çözümü diyerek serbest bırakabilirler.

Anam, ben hayata gözerimi açıp, etrafı tanıdığımdan bu yana beyaz bir yazma kullanırdı başında.. Daha halen de kullanıyor. Biz ona Anadolu’da cember diyoruz.

Falancanın eşi yazma değil de türban kullanıyormuş, yine kullansın.

Filanın eşi de başörtüsü, yazma, cember kullansın.

Başkasının eşi de başı acık gezsin. Ne var bunda. Ama kara böcek gibi iki delikten bakan göz olmasın.

Başbakan’ın dediği türban eğer baş örtüsü ise, anayasa da onun da bir açıklamasının yapılması gerekir. Her önüne gelen bu baş örtüsü diyerek, başına bir şeyler geçirirse,işin tadı o zaman kaçar.

Türkiye, medeniyetlerin buluştuğu bir ülke diye övünüyoruz. Kadına saygı İslam’la başladı diyoruz. Öylese;

Türkiye’de türbanlıya da, türbansıza da, faşistine, komünistine, ateistine de saygı göstermeliyiz.

Eğer türban geliyor endişesi ile yaşayanlar varsa şu tavsiyem iyi gelir.

Bu güne kadar yaşadığınız gibi yaşamalısınız. Olduğunuz gibi görünmelisiniz.

Kendinizden asla taviz vermemelisiniz.

Bir de madem korku ile yaşayacaksınız, birleşin, çoğalın, dirençli olun, iktidar olun.

Öyle laf olsun diye bir araya gelerek bağırıp çağırmakla olmaz bu işler. Zaten olunsaydı, şimdi başbakan, sayın  Baykal olurdu. Ya da, sayın Bahçeli.

Son olarak, anayasaya böyle maddeleri koyacaklara nazik hane şu hatırlatmayı yapmayı görev bilirim.

Emperyalistler Irak’a lider buldular, önce desteklediler, sonra astılar. Afganistan’a Taliban’ı hükümran yaptılar, orasını yerle bir ettiler.

Yine emperyalistler İran’a Humeyni’yi yolladılar, Şahı alaşağı yaptırdılar, molla düzenini getirtirdiler, şimdi düşman ilan ettiler. Savaş açmaya çalışıyorlar.

Yakın tarihte bunlar yaşanırken, şeytana uyarlarsa, batı hışmında, kendilerine sahip çıkacaklar yine bu Türk milleti olacaktır, bilmiş olsunlar.

Tarih boyu Türk’üz, Müslümanız deyip geldik. Yine aynı ilkelerle yürüyüp geleceğe gidelim.

Bir bilek, bir yürek olarak.