KUŞADASI’NDA YAKALANAN KAÇAKLAR

FARUK HAKSAL

“Kuşadası’nda 18 “kaçak” yakalandı”… Böyle yazıyor gazete.

Haberi okuyan eşimin yüzüne alık bir gülümsemeyle bakıp,

- Nereden kaçıyorlarmış, diye soruyorum.

Bu kez aynı çehreyle karım benim yüzüme bakıyor.

Utanıyorum!

18 kaçak Kuşadası’nda, 36 kaçak Ayvalık’ta, 56 kaçak ise, Çeşme’de yakalanıyor…

Yakalanmayanların bir kısmı denizde boğuluyor; bütün bu badireleri atlayanlar ise, kaçmaya çalıştıkları limana varıyorlar…

Duruyorum!

Ve eşimin alık alık yüzüne bakarak sorduğum soruyu bu kez ciddi bir yüzle bir kez daha soruyorum kendime;

- Nereden kaçıyorlar?..

Kaçtıkları yeri belirleyen en önemli kanıt, kaçakların milliyetleri, kökenleri…

Gazetenin yazdığına göre, Filistin’den kaçıyor en büyük çoğunluk.

Daha geniş yelpaze ise, Ortadoğu.

Ülkelerini yaşanmayacak bir hale sokan emperyalist ülkelere kaçıyorlar bu insanlar…

Ölümü kolaylıkla göze alabiliyorlar, çünkü yaşadıkları hayat içinde ölüm onlara o kadar yakın ki… Vız geliyor ölüm korkusu.

Ölüm onlara çok yakın, ama umut uzak.

Onlar uzak olan umuda doğru çıktıkları yolculuk boyunca sırtlarına yapışan ölüm ya da zindan riski onları durdurmuyor, korkutmuyor…

Bir kediyi kaçamayacak şekilde köşeye kıstırdığınızda yapmayacağı şey yoktur…

Bu duruma düşürülen bir insanın ise, kıstırılsın ya da kıstırılmasın bir kediden hiç mi hiç farkı yoktur.

Hayatı çekilmez kılan koşullardır bu noktada sorgulanması gereken şey.

Bu koşulları yaratanların suçudur sorgulanması ya da yargılanması gereken…

Düşünün bir kez… Bir insan, eşi ve çoluk çocuğu ile birlikte sonu belirsiz, ciddi risklerle sarmal olmuş,  tehlikelerle dolu böyle bir amansız yolculuğa nasıl çıkar?.. Tüm hayatını bütünü ile değiştirecek [ve belki de yok edecek] böyle bir kararı nasıl alır?

İnsanın böyle bir kararı, gözü kırpmadan alabilmesi için ya gözünün dönmüş ya da sıfırı tüketmiş olması gerekir.

Hem de sadece kendisini ilgilendiren bir karar da değil bu… Çoluk çocuğu, eşi ve tüm ailesi ile birlikte ve onlar adına böyle bir kararı alabilmek için hayatın sizi iyice kıstırması gerekir. Kaçacak, kaytaracak bir tek deliğinizin kalmaması gerekir…

Düşünün, keyfi tıkırında bir insan basit bir taşınma işini dahi kolay kolay göze alamaz… Oysa bu durum çok farklı, çok vahim… Ve oldukça hazin!

Emperyalizm, içinde yaşanılan aşamada adalet adına canlarına ot tıkayıp ülkelerini kana buladığı bu insanların alınlarına “kaçak” damgası vurarak teşhir etmekte ve sonuç olarak da onları kendi cehennemlerine geri göndermektedir.

Bu insanlar yargı önünde suç işlemişlerdir… Bu doğru!

Ama emperyalizm çağının bu acıklı gerçeğini suç olarak tanımlayan “tuzu kuru” ülkelerin parlamentoları çala-kalem yazdıkları kanun maddelerini aralayıp, [keşke] adaleti görebilme becerisini gösterebilseler…

- Ama ne gezer…

İşte böyle söylüyor eşim.

Haksız da değil sanıyorum.

Siz ne diyorsunuz? Önemli olan da bu?