İşte Başbakanımızın siyasi üslubu:
- Kriz tellalı Kılıçdaroğlu!..
Derin bir uçurama doğru yol alan Türkiye ekonomisini eleştiren ana muhalefet partisinin başkanına yanıtı budur Sayın Başbakanın.
Ancak fren balataları bir kez sıyırmıştır
Devam ediyor Recep Tayip bey:
- Kriz işportacısı Kılıçdaroğlu!..
Diyelim ki, Sayın Kılıçdaroğlu gerçekten bir kriz tellalı ya da işportacısıdır
Peki, Sayın Kılıçdaroğlunun ekonominin durumu hakkında yaptığı somut eleştirilere Sayın Başbakanın başka bir yanıtı yok mudur?
İşsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı ve zembereğinden fırlamış olan Dolar ve Avro karşısında Devletin gerçeklere dayanan bir çözümü mevcut mudur?
Bir diğer soru:
- Eğer gerçekten bir çözüm üretilmiş olsa Sayın Başbakan bu üslupla konuşmayı mı sürdürür; yoksa üretilen çözümü halka açık seçik anlatan sakin ve kendinden emin bir söylemi mi?..
İnsanların sinir sisteminin zembereğini arttıran temel neden, öncelikle çaresizliktir, çözüm üretememektir, yenilgidir.
Dikkat edin, ne zaman söyleyecek bir söz bulup, meramınızı anlatmaktan uzak düşersiniz, o anda sinirlenip, parlayıverirsiniz
Başbakanın sinirli ve gergin haline bir de bu pencereden bakın, sanıyoruz, Türkiyenin halini göreceksiniz.
Saldırı, öfke ve gerginlik!..
Bu unsurlar mevcutsa, işler iyi gitmiyor demektir.
Bir insanın duruşunda hoş görü, kendine güven ve saydamlık algılıyorsanız durum iyidir ve siz emin ellerdesiniz, demektir
Başbakan kendisini eleştiren bir vatandaşın suratına öfkeli bir yüzle,
- Ananı da al git!... diye haykırmamış mıydı?..
Ama aynı vatandaşlar son yerel seçimlerde anasını alıp gitmedi.
Uysal ve sakin, belki umutsuz bir karamsarlık içinde yine bu gergin, bu sinirli ve kendisini aşağılayan sayın kişinin karizmasına oy verdi
Ama vatandaşın bu çizgiyi benimsemesi, belki de inandırıcı bir alternatif bulamadığı içindir.
Küçüğünden büyüğüne, ulusalcısından devrimcisine, keskin solcusundan light aydınına kadar herkes ve tüm muhalefet partilerinin yöneticileri şapkalarını önlerine koyarak bu somut gerçek karşısında kendi öz/eleştirilerini yapmaları gerekir.
Söz konusu öz eleştiriden kaçarak, yenilgi karşısında kendi dışında bahaneler aramak ve Nesnel koşulların belirleyici rolünü ileri sürmek, ortaya çıkan somut gerçeğin sorumluluğundan kaçmak anlamına gelir.
Muhalefet partileri nesnel gerçeğin ne olduğunu seçimden sonra mı anlamışlardır?
Benzer nesnel koşullar [emperyalizmin etkisi, tarikatların sarmalı vs] emperyalizmin boyunduruğu altındaki benzer ülkelerde de mevcut değil midir?
Ve en önemlisi, söz konusu partiler, siyasete soyunurken bugün sözünü ettikleri nesnel koşulların varlığından haberdar değil miydiler?
Hataların sorumluluğundan kaçmak, hataları sürekli kılmak sonucunu doğurur.
Hatalardan yararlanmak ise, onları objektif bir tutumla analiz ederek sorgulamakla mümkün olabilir.
Ve başarı ancak bu derslerden oluşturacağımız tecrübe birikimini kurmaylık yeteneği ile birleştirmekle mümkün olabilir.
Gerisi boştur, kişiselliktir, bencilliktir, sekterliktir.