* Önceki sayıdan devam
Ömer Ağanın içki sofrasında oturmak herkese nasip olmazmış. Onunla sohbet etmek, içki içmek başka imiş. Yeterince yemiş olmamıza rağmen, Ömer Ağanın ısmarladıklarından gelenleri atıştırmaya, içkimizi yudumlamaya başladık. Anlatılanları kah gülüyor kah konuşuyorduk. Bulunduğumuz masa üzerine bir fotoğrafçının flaşı patladı. Foto foto dedi. Çektirmek ister misiniz? Evet yanıtını alınca kendine göre poz seçmek istedi. Nihat Bey, fotoğrafçıyı yanına çağırdı. Ömer Ağayı cepheden alacak şekilde pozisyon almasını tarif etti. Fotoğrafçı, sağa eğildi sola eğildi geriye çekildi dikkat diyerek flaşı patlattı. Yanımızdan hızla uzaklaştı. Çektiği fotoğrafları getirip parasını almak için sanki uçtu gitti.
Ömer Ağa, sevdiği kavunların cinslerini anlatmaya başlamıştı. Tadı, lezzeti hakkında bilgi veriyordu. Tarlasında kavun yetiştiriciliği de yapmıştı yıllar boyu. Esas tarım işletmesinin pamuk olduğunu, Bafa Gölü kenarındaki zeytin bahçelerini ve zeytinyağı fabrikasından anılarını anlatırken fotoğrafçı çıkageldi. Zarf içinde getirilen ayni poz fotoğrafları Ömer Ağaya teslim etti. Birer tanesini bizlere verdi, hatıra olarak kalsın diye. Bizler verdiğimiz poz resmini bakarken Ömer Ağada bakmış.
- Bu kim? dedi fotoğrafçıya.
Sizsiniz cevabını alınca Ömer Ağanın tokadını yemesi bir oldu. Ömer Ağanın fotoğraftaki pozunu bakınca adeta kör imiş gibi anlaşılıyor. Flaş patladığında numaralı gözlük camının yansımasından kör gözükmüş. Fotoğrafçıya
Ben kör müyüm baksana? diye çıkıştığı sırada, Hakim Sadettin,
-Ömer Bey, gözlüğü çıkarıver yeniden çeksin hepimizi dedi. Hepimizin elindeki çekilmiş fotoğrafları topladı ve yırttı.
Ömer Ağa, ben gözlüğümü çıkarman hakiki fotoğrafçı becerisini göstermesi lazım. Çıkarmam dedi. Ummadığı anda tokat yiyen fotoğrafçı yeniden poz aldı. Flaş patladı. Değişik cepheden bir kez daha çekti. Hemen yanımızdan ayrıldı. Bizler gelmez bu fotoğrafçı diye düşünüyorduk ki, 15-20 dakika geçer geçmez tekrar geldi. Bu kez hepimiz çok güzel ve neşeli çıkmışız. Hele Ömer Ağa. Tam Ağa gibi çıkmış. Hakim Sadettin Beye takılıyoruz. Sarhoşluğun belli fotoğraftan diye.
Fotoğrafçının istediği paranın iki mislini verdi Ömer Ağa. Fotoğrafçı iki büklüm eğilerek Ömer Ağanın iki elini öperek teşekkürlerini sundu ve ayrıldı. Bu ara, Nihat Bey masanın tüm hesaplarını getirmesi için gözleri ve eli ile işaret etti. Garson hesabı getirdi, tam Nihat Beye vereceği sırada Ömer Ağanın sert sesi çınladı masada.
-Sizin hakimiyetiniz Sökede geçer dedi.
Çok güzel anılarla ayrıldık Kuşadasından. Aylar geçti aradan. Bir gün makam odamın kapısı çalındı. İçeri giren Ömer Ağa idi. Ayağa kalktım, saygı ile karşıladım kendisini. Çok zarif giyinmişti ilerlemiş yaşına rağmen. Oturun demeden ayakta duruyordu. Masamdan ayrılarak yan yana duran koltuklara buyur ettim beraberce karşılıklı oturduk. Adet olduğu üzere hal hatır sorduk. Kahve ikram ettim. İçtik. Sıkıntılı bir hali vardı.
- Hayrola Ömer Bey üzüntün mü var? dedim.
- Savcı Bey, benim başımdan bir olay geçti. Ne yapmam gerektiğini senden öğrenmeye geldim. Oğluma bile anlatmadım. Aramızda kalsın olmaz mı?
- Olayı anlatır mısın? deyince oturuş şeklini değiştirdi. Kahve ile getirilen bir bardak sudan bir yudum içti. Elinde tuttuğu bastonunu masanın yan tarafına iliştirdi. İki elini yana açarak başladı anlatmaya.
- Beş ay önce idi. Benim her yönümü bilen birisi sağlık vermiş olsa gerek ki, Ankaradan özel olarak benim için geldiğini söyleyen kelle kulak yerinde düzgün giyinmiş bir beyefendi çıkıp geldi ofisime. Benimle konuşmak istediğini söyledi. Sağlık veren arkadaşımım ismini de vererek. Buyur ettim. Hal hatır sorduk. Elinde fermuarlı bir çantası vardı. Sigara ikram ettim. Benden yakalım dedi, fermuarlı çantasından Havana puro paketini çıkardı birini bana ikram etti, birisini de kendisi yaktı, puro paketini masa üzerine bıraktı.
* Devam edecek