Kim bu hale getiriyor?

 

 

Milliyetçi, komünist;

Sağcı, solcu;

Dinci, laik;

Türbanlı, türbansız;

Cumhuriyetçi, cumhuriyetsiz;

Ulusalcı, küreselci;

Şimdi de sakallı, sakalsız.

Ve…

AKP li, AKP siz.

En son da;

Darbeci…?

Parti kapatılma davaları ve bir türlü hazırlanamayan ve kamu oyuna  sunulamayan dosyalar.

Ergenekon denilen ve bir yıldır devam eden, ne olduğu bile tam olarak açıklanamayan, bir tek dış mihraklar tarafından alkışlanan dava.

Tekrar bombalı, taramalı günler ve kimin yaptığı, kimlerin yaptırdığı doğru dürüst açıklanamayan meçhuller.

Meclis kürsüsünden Türk askerine, Türk polisine baş kaldıran iki anarşisttin resimlerinin kamuoyuna defşire  edilmesi.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin yıpratılma politikaları.

Türk adaletinin siyasi bürolarca yönetilmesi faaliyetleri.

Cep telefonlarının dinlenmesi, insanların artık eşleri ile konuşmaktan korkar hale gelmeleri.

En küçük iktidar yönetim birimlerinde devlet, siyaset birleştirilip, emir komuta zincirlerinin oluşturulması.

Yabancı ülkede olmuyor bu gelişmeler.

Türkiye’de oluyor.

Kendisini demokrasi bayrağına teslim etmiş, cumhuriyete inanmış, Atatürk İlke ve İnkılâplarından taviz vermeyen bir toplumun yaşadığı ülkede oluyor bu gelişmeler.

Dünyada eşi pek nadir görülen, siyasi oy üstünlüğü ile yönetilen bir ülkede oluyor bu gelişmeler. Bana bu gelişmeler Yugoslavya’nın eski günlerini hatırlatıyor.

İç kargaşalıkların çıktığı bir zamanlarda Yugoslavya’da iç güvenliği sağlayan teşkilat,  mevcudunu bir yıl içinde yüzde yüz elli artırmıştı.

Parti lobileri tam bir yerel yönetim gibi çalışıyor, buzağı altında dana arıyorlardı.

Ekonomi düzeliyor yaygarası basılarak devamlı devalüasyonlar  yapılıyordu.

Yurt içinde bulunan iç yatırımcılar yurt dışına kaçırılıyor, yurt dışından gelen yabancı yatırımcılara da çanak tutuluyordu.

Halk çeşitli etnik gruplara ayrılmış, köşe başlarında ordu ve devlet yönetici, görevlisi ve güvenlikçilerine yönelik suikastler çoğalmıştı.

Siyasi yönetim bir takım finansal odaklar tarafından yönetilmeye ve birkaç basın aracılığı ile de yönlendirilmeye başlanmıştı.

Bu günkü düşülen durumu bundan tam 20 yıl evvel Yugoslavya  yaşamıştı.

Sonuç?

Sonuç Yugoslavya içerisinde dört ana devlet oluşmuş, halen de oluşmaya devam etmektedir.

Sonuç?

Sonuç, Yugoslavak halkındanım diyen binlerce insana toplu katliamlar yapılmıştı.

Sonuç?

Sonuç, ABD insani yardım bahanesi ile daha önceden bu ülkelerin içine yerleştirdiği şirketler aracılığı ile ülke topraklarına el atmış, topraklar üzerine demir atıp, ülkenin milli gelirinden pay kapmıştı.

Tıpkı bu günlerde Irak’ta yaşanan olaylar gibi.

Siyaset ikiye bölünmüş.

Yargı ikiye bölünmüş;

Meclis ikiye bölünmüş;

İl, ilçe ve yerel yönetimler ikiye bölünmüş;

Subaylarımız ikiye bölünmüş.

Bir gazetede isim vererek generallerimizi iktidar yanlısı, darbe yanlısı diye tanıtılmış. Her ne kadar örnekleme verilse de, verilen mesaj gayet açık ve net.

Tıpkı dün meclis kürsülerinde DTP millet vekilinin yaptığı çıkış ve sonunda dilediği özür gibi. Ama milletvekilinin orada dilediği özrün bir anlamı yoktu. Çünkü o milletvekili mesajını ilgili yerlere vermişti ve mutluydu.

Peki, bu milletvekilinin özründen sonra o nu alkışlayan AKP li ve diğer milletvekilleri neye seviniyorlardı. Bunu anlamak için önce yukarıda yazdıklarımı iyi okuyup,  iyi yorum yapmak gerekir diye düşünüyorum.

Şimdi düşünüyorum da, “Ah atam, sağ olsaydın da bu günleri görseydin” diye hayışanıyorum kendi kendime.

Son yaşanan olaylar artık inandırıcılığını kaybetmeye başladı.

Gerekli merciler,  tam açıklamaların yapmadığı müddetçe kimseyi de inandıramayacaklar.

Toplam onu geçmeyen emekli generallerimizin  sudan bahanelerle ve bir takım çevrelerin yayın organlarının çığırtkanlıkları ile  karalanması, iş adamlarının telefon konuşmaları ile tutuklanmaları tam inandırıcı olmasa gerek.

Türkiye’de hükümeti devirecekler, devleti bölecekler, Türk güvenlik güçlerini şehit edecekler bellidir. Bunlar sayıları elliyi geçmeyen,  eskiden kanları pahasına bu vatanı yönetenler değillerdir.

İnanın bizi bu hale getirenler yine bizler değiliz.

Bizi bu hale getirenler bellidir.

Oyunların baş elemanları belli.

Kapıları önünde tarama yapılan polis noktasındaki Türk Polisi can çekişirken kılları bile kıpırdamayanlar.

Olayı  küçük manşetlerle kınayarak geçiren  sözde dostlar.

Terör örgütlerine her yıl milyonlarca dolarlık silah satan dünyanın baş belaları.

Aynı görüntüler şimdi benim bu güzel vatanım üzerinde oynanıyor.

Kendi iç yönetimlerinde İslâm’a savaş açanlar bu gün Türkiye’de bir İran yaratmak istiyorlar.

Bölerek  yıkamayacaklarını anlamaya başladılar bu fesat yuvaları. Onun için tek çare İran oluşturmak. Dolayısı  ile insan haklarını kısıtlattırmak. Sonucunda, zaten bütün sermayeleri ile Türkiye’de olan bu güçler, sonunda orduları ile de insan haklarını korumak bahanesi ile Türkiye’yi Yugoslavya yapmak, Irak yapmak.

Şimdi soralım kendi kendimize sorumuzu da, aklımızı başımıza devşirelim.

Bizi kim bu hale getiriyor?