geçen haftadan devam
Hamdi amca, ihtiyar çocuk köşeden çıkıverdi karşıma. Bir pabucu elinde, yüzünde kızgınlık mırıldandıklarını anlamasam da az önce kendisini kızdıran yaramaz çocuklara ağzına geleni söylediği belli. Burnundan soluyor, koştuğu belli. Pabucu da giymemiş, her an bir saldırı gerekebilir düşüncesiyle. Selam veriyorum, beni görmüyor bile. Peşine takılıyorum. Dükkânın kapısı açık. Ardından dalıyorum içeri. Burnuma eskimişlik, toz, küf kokusu çarpıyor. Havasızlık. Yerde pet şişeler, eskimiş yeni giysiler, gömlek, pantolon, kravat, çocuk çamaşırı, gazeteler, oyuncaklar, kitaplar. Naylon poşetler, çerçeveli resimler, içinde ne olduğu belli olmayan ağzı bağlı poşetler. Önce bozuluyor Hamdi amca içeri girmeme, belli belirsiz alıyor selamımı ileri gitmemi engelleyerek aldığı sandalyesiyle kapı önüne çıkarken beni de dışarı sürüklüyor. Zaten iki kişinin geçeceği kadar alan yok. Dışarıda sıcak hava yalıyor esen hafif rüzgarla. Yılların birikintisi, çürümüşlük, eskimişlik ve mezbelelik haline gelmiş. İçerisi dışarıdan bakınca bir gizemlilik taşıyor, bir merak uyandırıyor insanda. Sandalyesine çöküyor iki büklüm. Ayakkabısını giyerken, veletlere bir küfür sallıyor. Belli ki daha hıncını alamamış. Yorgunluğu da cabası. Bir gripin versene diyor. Konuşmak istiyorum, merakımı gidermek için. Yandaki eczaneden bir solukta iki gripin alıp getiriyorum. Heybeye dönüşmüş cebinden çıkardığı mini su şişesini dikip birisini yutuyor gripinin. Atıkları cebine koyuyor. Diğer cebinden çıkardığı bir gazete parçasını okumaya başlıyor, benim orada olduğumun farkında değilmiş gibi. Hamdi amca kaç yaşındasın diyorum. Sana ne? hiç beklemediğim bir yanıt. Ben gazeteciyim. diyorum. Bana ne diyor. Aslında elinde bulunan eski gazeteleri sormak istiyorum, gazete müzesi için ama nafile, bugün iletişime geçmek zor. Kolay gelsin diyorum, Tevellüt 1931 diyor arkamdan.
İçimde yarım kalmışlık hissi yürüyorum. Aslında özel insanlarla iletişim kurmak zor değildir benim için ama Hamdi amcayla olmuyor. Yürüyorum, İstasyon caddesi kaynıyor İnsanlar, araçlar arı kovanı gibi bir düzen içerisinde. Sağda akıp giden yolun karşısı trafiğe kapalı. Kuyumcu ve banka şubesinin arasından kısığa giriş demir kapıyla engellenmiş. Bankamatikte insanlar sırasını bekliyor. İlerisi asmalı sokak, minyatür dükkânlar var. Ve köfteciler. Keyifle öğle yemeği yenebilecek aş evleri.Yol bedestenin önünden hükümet alanına çıkıyor.
Ve kahve evi. İlk açıldığında kentte büyük bir eksiği giderdiğini düşünmüştük. Daha sonra benzer türde bir çok kaliteli kafe açıldı. Müşterilerine kaliteli hizmet veren ve caddeye yakışan bir mekan olarak çok yerinde ama alt katıyla bütünleşmiş bir kafe Sevgi yoluna daha da yakışacaktır. Beyaz eşya dükkanı. İsmet amca da Sökenin çınarlarından. Fatura merkezi , Süt Ürünleri ardı ardına ve karşıda başka bir banka. Sağa giden yol . Karşısındaki de Aydın caddesine bağlıyor, İstasyon caddesini.
Peynirci demek yeterli mi bilmiyorum ama; peynir, zeytin de bol çeşit. Herkesin damak tadına göre aradığını bulabileceği naif bir dükkan. Yumurta, sucuk, turşu, tahin, pekmez hülasa gıdanın tüm çeşitleri mevcut. Genç arkadaşım, Hocam yazdıklarını okuyoruz esnaf arkadaşlarla, umarım ilgililer de temennilerini değerlendiriyorlardır. demişti bir gün. Çok hoşuma gitmişti, ne yalan söyleyeyim. Burası da sık sık uğradığım yer küçük küçük alışverişlerimde.
Bankayı geçiyorum. Karşıda, çeyiz mağazası, perdeci, kuyumcu, kitapçı. Bu yanda beyza eşyacı, parfümcü, gözlükçü, çamaşırcı, dolmuş durağı. Ve bir kısık daha girişte boyacı amca. Ve çay evi yol üstü dinlence yeri. Bir de taşıtlar geçmese. Çayına doyum olmayacak. Karşıda sola kıvrılarak giden ve günün belli saatlerinde trafiğin engellendiği kısık. Gümüşçü, saatçi. Sarraf, Banka. Sağda piyangocu büfe, bir zamanların en büyük ikramiyesinin isabet ettiğini anlatan afiş. Kırtasiyeci, berber, telefoncu.
-devamı haftaya-