KAVAS DEDEMİZ BİR MUCİZEDİR (1)

E. TURGUT TEKİN

 

(ENSAR TURGUT TEKİN)

Değerli okuyucularım, Anadolu’muz evliyalar yurdudur. Anadolu evliyaları, Anadolu insanının ma nevi hayatında önemli etkileri olan birer mucize abideleridir. Anadolu’muzun Türkleşmesinde, ebediyen müslüman yurdu olmasında bu velilerimizin göstermiş oldukları manevi mucizeler birer örnek olmuş, insanları etkilemiştir. Hatta Anadolu’nun manevi hamuru bunların elleri ile yoğrulmuş, gösterdikleri mucizelerle mayalanmıştır. Bin yıllık bir uğraştan sonra bu Anadolu, bizlerin yurdu ve vatanı olmuştur. Şairin dediği gibi;

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır”

“Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır”

Mehmet Akif Ersoy ise;

“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı.”

“Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.”

“Sen şehit oğlusun incitme,yazıktır, atanı.”

“Verme dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”

“O zaman vecd ile bin secde eder varsa, taşım.”

“Her cerihamdan ilahi boşanıp kanlı yaşım.”

“Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım.”

“O zaman yükselerek arşa değer belki başım.”

Burada Akif’in de dediği gibi, ”Sen şehit oğlusun incitme, yazıktır, atanı” ne yazık ki Söke‘de, 1946 yılından itibaren başlamış, beş yüz yıllık ecdat ve atalar yatağı olan “AĞALAR MEZARLIĞI” yıkılmaya, ecdat ve atalar mezarlığı sökülmeye, kemikleri tarumar edilmeye başlamış. Bu olay atalarımızı incitmiş, ruhlarını yaralamıştır. İşte burada yatan ataların ruhları             “Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım.” mısrasında olduğu gibi tezehhur etmiş ve yüce Allah’ın izin ve yardımı ile “Kavas Dede Mucizesi” bu yıkıma “dur!” demek amacı ile gerçekleşmiştir. Bu yazı dizisinde, günümüzden 60 yıl kadar önce gerçekleşmiş olan bu ibret verici öyküyü okuyacaksınız. İnşallah amacına ulaşır.

KAVAS DEDE’NİN

ZİYARETÇİSİ ARTTI

Hacıkazımoğlu İlköğretim Okulu bahçesinde bulunan Kavas Dede Türbesi’ne gelen ziyaretçi sayısı arttı. Günde ortalama 50 kişi bu mübarek insanın mezarını ziyaret ediyor. Gelenler sadece Söke ve çevresinden değil, çevre illerden de oluyor. 14 Mayıs 2010 Cuma günü Denizli’den bir aile geldi. Bayanlardan biri;

- Bu mübarek zatla ilgili tanıtıcı bir levha yok. Bir kaç kişiye sordum, sizi söylediler. Ona git o size Kavas Dede hakkında bilgi verir dediler. Zahmet olmazsa bize bilgi verir misiniz?

Ben bu soru karşısında utandım. Söke’mizin göbeğinde böyle bir değerimiz var ve ona çinilerle bezeli çok güzel bir anıt mezar da yapmışız ama o rahmetliyi tanıtan bilgileri içeren bir levha koymamışız. Düşündüm levhayı kim koyar? Belediye türbeyi yapmış, çeşmesini yapmış. Levhayı koymadıklarına göre demek ki yeteri kadar bilgileri yoktur. Zaten böyle türbe yatırların halkımıza manevi yönden tanıtılması, belediyenin değil müftülüğün görevidir. Müftülük araştırıp, bu zat hakkında topladığı bilgileri bir öz geçmiş halinde, herkesin rahatça okuyup göreceği bir yere asması gerekir. Halkımız bu bilgilere göre bu mübarek zatı öğrenip saygı ve hürmetini o duygu ve düşünce içerisinde bilinçli bir biçimde yapar. Kocası işsiz genç bir kadın ağlayarak dedeye yalvarıyor. “Dede, çocuklarım aç, kocam işsiz! Yalvarırım kocama iş, çocuklarıma aş ver!..” Hâşa, rızık veren dede mi? Yoksa Allah mı? Rızık ancak Allah’tan istenir. Allah dileyene, çalışana rızkını verir. Bu ziyaretleri arttıran iki neden var:

Birincisi, ekonomik nedenlerden kaynaklanan açlık, işsizlik ve sefalet. İkincisi ise Abdullah Gezer’in türbeye bakması, en az günde on saat açık tutarak ziyaretçilere kaliteli bir hizmet sunması, yardımcı olup yol göstermesi ve bildiği kadar tanıtması. Gelelim müftülüğün levhasına. Türbe içerisinde bir levha yok. Müftülük bu levhayı hazırlayıp asmamış. Bundan dolayı suçlamıyor, ama yadırgıyorum. Çünkü bu konuda her türlü bilgi verecek makam orasıdır.

“KİMDİR BU KAVAS DEDE?”                                            

  KAVAS DEDE’NİN ÖYKÜSÜ

Kentlerin temizlenmesi, imarlı gelişmesi, güzelleşmesi işi belediyelerin görevidir. 1946 seçimlerinde Hulusi Özbaşatak’tan sonra Söke Belediyesi başkanlığına rahmetli Adil Azbazdar seçilir. İlk çalışmalarına Kocacami önündeki eski mezar kalıntılarını kaldırmakla başlar. O yıllarda kazılar bugünkü gibi iş makineleri olmadığından kazma ve kürek kullanılarak insan gücü ile yapılıyordu. Bu nedenle kazma, temizleme ve ayıklama işleri de ağır oluyordu. Her kazma darbesinde bir kafatası, bir kol, bir bacak veya diğer kemikler çıkıyordu. Bu kemikler toplanıyor, ayıklanıyor ve yeni mezarlığa taşınıp oraya gömülüyor, bu da işin uzamasını ortaya koyuyordu. Mezarlıklar kalktıkça yeni arsalar oluşuyor ve buralara imar uygulanarak planlı yapılaşma başlatılıyor, sonuçta kent yenileşiyordu. Bu mezarlık temizleme, kaldırma ve taşıma işi epey sürdü. Nihayet sıra Yenicami Mahallesi’ndeki bugünkü buğday pazarı ve Hacıkazımoğlu İlköğretim Okulu’nun bulunduğu yerdeki mezarlığa gelmişti. Buraya halk arasında “AĞALAR MEZARLIĞI” deniliyordu. Burada Sökeli zengin ağaların mezarları vardı. Mezar taşları sökülüp Aydın Vakıflar Müdürlüğüne gönderildi. Bazı mezarlar başka yerlere nakledildi. Ancak “KAVASOĞLU İBRAHİM EFENDİ”nin mezarına sahip çıkan olmadı. Bu temizlik çalışmaları iddialı bir biçimde devam etti. Sıra İbrahim Efendi’nin mezarını yıkmaya gelmişti. Ama kazma işlemez, kürek çalışmaz oldu. Bu mezarı yıkmaya çalışanlar baygınlık, kısmi felç geçirdiler. Durum belediye başkanı Adil Azbazdar’a bildirildi. Durumu yerinde görüp inceleyen başkan Azbazdar şaşkındı. Başka çaresi olmadığı için hemen yolun kıyısındaki bu mezarı korumaya aldı. Mahalle sakinleri bu mezarın üzerinde her akşam mum yaktılar ve ona saygı gösterdiler. Bu mezarlık arsasına Sıdıka Kaynak ve eşi General Mümtaz Kaynak anısına onların paraları ile Kazım Göktepe tarafından bir okul yapıldı. Sıdıka Hanım’ın hiç çocuğu olmadığı için, “Bu okulda eğitim gören çocukların hepsi benim çocuğumdur.” ilkesi ile gözde bir okul oldu. Yine Sıdıka hanımın isteği ile kendi aile ünvanları olan “HACIKAZIMOĞLU” adı verildi. Ben, bu okulda 10 yıl kadar yönetici olarak görev yaptım. Rahmetli Sıdıka Kaynak, İzmir’de hakkın rahmetine kavuştu. Onun cenazesini okula getirip bir anma töreni yaptıktan sonra, Akçakaya’da bulunan Göktepeler’e ait aile mezarlığında toprağa verdik. Ruhu şad, makamı cennet olsun. Biz yine Kavasoğlu İbrahim Efendi’nin öyküsüne dönelim.

Araştırmacı yazar Kerim Yalçınkaya, “Ağalar Memleketi Söke” adlı yapıtında konuyu şöyle anlatıyor:

“Okulun yapımı tamamlanmış, sıra Kavasoğlu İbrahim Efendi’nin türbesini inşa etmeye gelmişti.

(Devam Edecek)

Etrafında okulun bahçe duvarı ile birlikte insan boyunda temel kazıldı.Ertesi gün türbe inşaatına başlanacaktı.Ama sabah mezarın yanına gelen ustalar gördüklerine inanamadılar.Kazılan temel ağzına kadar geri toprakla doldurulmuştu.O gün yeniden kazıp toprağı dışarı attılar.Ama ertesi gün temeller yine toprakla dolmuştu.Baktılar ki bu iş böyle olmayacak,çabalar boşa gidiyor,bu kere bir metre kazıp,hemen taş ile doldurdular ve bu yöntemi kullanarak türbenin inşaatını tamamladılar.”yılında Söke Belediyesi tarafından restore edildi.İçi ve dışı çok renkli karanfil motifleri ile bezeli çinilerle kaplandı.Çok güzel ve modern bir görüntüye kavuşturuldu.Bugün bu mezar Söke’nin ve Sökeli’nin olup,her gün ziyarete açıktır.İçerisinde Kur’an ve mevlidi şerif okunuyor.Bu organizasyonu gönüllü olarak evi türbenin yanında olan Abdullah Gezer sağlıyor.Allah şimdiye kadar bakanlardan,mezarı yapan ve yaptıranlardan razı olsun.

KAVAS DEDE KİMDİR?

   Kavas Dede’nin kimliği ve özgeçmişi hakkında şimdiye kadar bilimsel anlamda bir araştırma yapılmamıştır.Görünen bulgular hep rivayete ve söylentiye dayanmaktadır.Kerim Yalçınkaya’nın “Ağalar Memleketi Söke” adlı kitabında zatı muhtereme şu unvan veriliyor: “Kavasoğlu İbrahim Efendi,Osmanlı döneminde müderrislik yapmış bir uludur.”Bu varsayım doğruysa “Kavasoğlu” sıfatına gerek yoktu.“Müderris İbrahim Efendi” daha uygun olurdu.Eğer babası gerçekten Kavas idi de bu ünvanı da aldıysa şu daha uygun düşerdi:”Kavasoğlu Müderris İbrahim Efendi”.Bu varsayım ve söylenti doğruysa,müderris olduğu yerde medresede vardır.Müderris ile medrese birbirlerini tamamlar.Önce Söke Medresesi var mı ,yok mu? ona bakmalı .Çünkü müderris, medrese hocası,okutmanıdır.Dini bilgileri çok güçlü,halka önder olmuş alimlere de müderris denmiştir.Ama genel anlamda medrese öğretmenlerine müderris sıfatı verilmiştir.Söke’de mutlaka molla ve cami hocası yetiştiren bir medrese vardı.Bu medrese kayıtları varsa,bu zatı muhteremde orada bu görev ve sıfatta bulunmuşsa kayıtlarına rastlanabilir.Milli kütüphanede bu zata ait risale,kitap var mı yok mu? araştırması yapılarak bazı ip uçları elde edilebilir.Şimdilik bu araştırmaları ilgililere bırakıp,biz “Kavas” sözcüğünün tarih içindeki seyrine göre aldığı anlamlara bakalım.

KAVAS SÖZCÜĞÜ NE ANLAMA GELİR?

   Meydan Larousse ve Büyük Larousse ansiklopedilerinde bu sözcüğe geniş anlamda yer verilmiştir.Ben bu iki kaynakta yer alan anlamları kısaltarak şöyle sıraladım:

“Kavas” sözcüğü Arapça kökenli olup “Kavvas” dan gelir.Eskiden elçilik veya konsolosluklarda koruma ve hademe olarak görev yapan kişilere bu sıfat verilirdi.Bu kişiler banka,patrikhane gibi yerlerde de görev yaparlardı.Osmanlı Devletinde ise vezirlerin,elçilerin maiyetinde bulunan silahlı görevlilere de “Kavas” adı verilirdi.Bunları yöneten ve yetiştirenlere ise “Kavas Başı” denirdi.Özel ve silahlı kıyafetleri vardı.Bugünkü özel güvenlik hizmeti yapanların benzeri işleri yaparlardı.Daha eski yıllarda “okçu” anlamındaki “kavvas” sözcüğü,zamanla “silahlı muhafız” anlamında kullanılmaya başlandı.Tanzimata kadar vezirlerin dört yada beş kavası vardı.Elçi yada konsolosların kavasları ise 18. yüzyıla kadar,devlet tarafından atanırdı.1740 kapitülasyonları ile ilk kez Fransa’ya istedikleri kimseleri kavas olarak seçme hakkı tanındı.İkinci Meşrutiyet’in ilanına kadar (1908), elçiler bir yere giderken kavasları da onların önünden yürürdü.Bu tarihten sonra kavasların elçilerle yürümeleri usulü fiilen,1923 Lozan Antlaşması ile de hukuken sona erdi.Bundan başka ilk belediye örgütlenmesi sırasında zabıta olarak görev yapanlara da “kavas” denirdi.Söke’de ilk belediye örgütü 1891 tarihinde kuruldu.İlk belediye başkanı da Koca Ömer Ağa’dır.Koca Ömer Ağa,bu İbrahim Efendi’nin babasına belediyede “kavaslık” görevi yaptırdı mı?Eğer yaptırmışsa “Kavasoğlu” sıfatı buradan da gelebilir.Çünkü Kerim Yalçınkaya aynı yapıtında şöyle diyor:“Kurtuluş Savaşı sırasında,Söke’de “Kuvayi Milliye Reisliği” görevinde bulunan Mehmet Ağa(Kocaöner),İbrahim Efendi için şöyle diyordu:“Aile büyüklerimizin anlattıklarına göre,Kavasoğlu İbrahim Efendi,bizim soyumuzdan geliyor.”Buna kaynak olarak da ( 157 )kodlu dipnotuyla kendi arşivini gösteriyor.Eğer bu varsayımlar ve söylemler doğruysa,bu anlatımlardan şöyle bir yargıya varıyoruz:Dede,bugünkü sıfatı ile bir kavas olmayıp,bir kavasın oğludur.Muhtemelen de babası Koca Ömer Ağa döneminde Söke Belediyesi’nde kavas (zabıta) görevlisiydi.Koca Ömer Ağa ile yakın akrabalıkları vardı.Belki de Koca Ömer Ağa ile aynı soydan geliyorlardı.

   Yani şunu anlıyoruz ki;İbrahim Efendi bir kavas değil,kavasın oğludur.Kendisi okumuş,yazmış bir müderristir.Babasının kavas (zabıta) olması nedeni ile kavasoğlu sıfatı ile anılıyordu.Zaman içerisinde halk arasında bu kısaca “Kavas Dede”ye dönüştü ve öyle de anılıyor.Doğrusunu elbette Allah bilir.Eğer bilindiği gibi müderrisse,Söke medresesinde görev yapmışsa Söke’ye ait kayıtlarda bir bilgi çıkar.Yazdıklarımı Milli Kütüphaneye gönderip bu konuda yardım isteyeceğim.

    AĞALAR MEZARLIĞININ YIKILMASI SÖKE’NİN TARİHİNİ DE YIKMIŞTIR

   Dünyanın her yerinde yerleşim alanlarının yanı başında mezarlıklar vardır.İlk çağ kentlerinde bu mezarlıklara “nakrepol” deniyordu.yapılan arkeolojik kazılarda bu nakrepollerde çıkan buluntular,o kentin veya yerleşim alanının tarihi hakkında çok önemli ip uçları veriyorlar.Bunlara tarihin laboratuarları deniyor.Gerek mezar içi kalıntıları gerekse mezar taşları,lahitleri üzerine yazılmış yazıları ile işlenmiş resim ve heykeller o kentte yaşamış olan insanlar hakkında bilgi veriyor.Selçuklu ve Osmanlı döneminde mezar taşları taşın sahibi hakkında bir kitabe görevi yapmakta idi.Kentin ileri gelenleri,yöneticileri bu mezar taşlarından belli oluyor.Söke’de şimdiki Buğday Pazarı,Çarşamba Pazarı,Hacıkazımoğlu İlköğretim Okulu’nun bulunduğu yerde “Ağalar Mezarlığı” adıyla Söke’nin mezarlığı bulunuyordu.Bu mezarlıkta,Söke kurulduktan bu yana Söke’de yaşamış ve ölmüş birçok insan gömülü idi.Örneğin,Sığla Sancağı Mütesellimi İlyas Ağa ve onun soyundan gelen Hamit Bey,İlyas Bey,Mehmet Ağa,İlyas Ağa,Hasan Ağa,Ahmet Ağa,Halil Ağa,İlyas Ağa(Koca Camii yaptıran zat) ve Mehmet Bey gibi Söke tarihinde şerefli bir mazisi olan İlyas zadelerin çoğu vardı.Bu mezarlık sökülüp kaldırılmadan önce İsmail Gün ve Ahmet Özdemir adlı iki öğretmen tarafından yazılmış olan ve 1943 yılında yayınlanan “Söke Tarihi ve Coğrafyası-1”adlı kitapta bu mezar taşları ile ilgili bazı örnekler vardır.Kitabın yazarı şöyle diyor:“Ağalar mezarlığında İlyas Ağa ailesine ait mezar taşlarının suretlerini de kaydediyoruz:

   1)Müsellim Mehmet Ağa’nın kitabesi şöyle;

“Ziyaretten murat olan duadır.”

“Bugün bana ise,yarın sanadır.”

                        Müsellim Mehmet Ağa

                        Ruhuna Fatiha-1155

   2)Halil Ağa’nın mezar kitabesi;

“Nice yıl sığlada oldu mütesellim.”

“Cihanda akıbet gitti vebadan.”

“Mütesellimlik müsellemdir ebaden ceddi.”

“Bıraktı kârübarın şu seradan.”

“Kalır bir hayır eser varsa baki.”

“Nedamet çek geç ey âkil riyadan.”

“Mezarın seyreder ibretle ahir.”

“Salâha meyleder ibretle nümada.”

“Şu fâni alemin olmaz bakası.”

“Nihayet Şeme yok buyi vefadan.”

“Anılsım nam ile İlyas zade.”

“Hele çok hayır eser tuttum bakadan.”

“Bula ecri azim ancak hüdadan.”

“Ere maksuda ükbadan süvadan.”

“Çıkup bir ehli hikmet dedi tarih.”

“Halil azmi baka buldu fenadan.”

                                      (21-Safer-1218)

   3)Söke Kaymakamı İlyas Ağa’nın mezar kitabesi;

“Billahi kıl terahhum günahkar bedene.”

“Kuru kavga imiş cihanda geldiğim.”

“Cevabı hüda gelüp o gitti.”

“Lütfunla ya Muhammed kapunda kıl.”

“ Merhum ve mağfur Söke Kaymakamı.”

“İlyas Ağa ruhu için” -1183                               

 

                           SÖKE’DE RESMİ YÖNETİMİN BAŞLAMASI

Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarına kadar (1870-1880) Söke’de resmi hükümet memurları yokmuş.Söke’yi bu ilyas zadeler yönetiyormuş.Mehmet Bey’in ölümünden sonra Söke’yi Osmanlı Devleti’nin resmi kaymakamları yönetmeye başladılar.İlk Söke resmi kaymakamı Hacı Ali Rıza Bey’dir.1880-1881 yılları arasında kaymakamlık yapmıştır.Resmi kayıtlara ve bilgilere göre Söke’yi 1880-17 Mayıs 1922 tarihine kadar 14 Osmanlı kaymakamı yönetmiştir.

    Biz yine Ağalar Mezarlığı konusuna dönelim.Kerim Yalçınkaya bu konuda şunları yazıyor:“Temizlik sırası ,bugünkü Buğday Pazarı’nın bulunduğu yerdeki “Ağalar Mezarlığı’na” gelmişti.Burada Sökeli ağaların mezarları vardı.Mezar taşları sökülüp Aydın Vakıflar Müdürlüğü’ne gönderildi.Bazı mezarlar ise başka yerlere nakledildi.”Yani Söke’nin 800 yıllık tarihi yıkılıp yok edildi.Bugün “Karaca Ahmet Mezarlığını” yıkar ortadan kaldırırsanız,Eyüp Sultanı yıkarsınız.İstanbul’u da yıkmış olursunuz.Mezarlıklar,bir kentin tapularıdır,geçmişidir,ecdadının varlığıdır.Hele Söke gibi Türkler eliyle kurulmuş bir kentin mezarlıklarının yıkımı hiçte hoş olmamıştır.İşte Kavas Dede mucizesinin başlangıcı ve ortaya çıkması bu vesile ile olmuştur.Bana göre bu olay Allah’ın bir lütfu ve mucizesidir.Burada yatan binlerce ecdadımızın ruhlarının bu yıkıma baş kaldırması ve karşı çıkışıdır.İşte Kavas Dede bu baş kaldırmanın biz fanilere karşı bir görüntüsüdür.“BUGÜN BANA YARIN SANA” sözüne en güzel örnektir.Şimdi size bu yazıyı bana ilham eden ve o gün Kavas Dede’yi ziyarete Isparta’dan gelen Yılmaz Eren Bey’in bir anısını anlatacağım.

                                                ALTIN DİŞLİ KURU KAFA

    14 Mayıs 2010 günü Abdullah Gezer ile Kavas Dede Türbesi’nin karşısındaki kitap-kırtasiye dükkanının önünde otururken Dede’nin türbesini ziyarete bir yaşlı adam geldi.Türbeye girdi.On beş dakika sonra dışarı çıktı.Çekine çekine bize yaklaşıp selam verdi.Sonra bize:

- Yanınıza oturabilir miyim?dedi.Hemen bir sandalye verip oturmasını sağladım.Bize; “Size bir sır versem,anlatsam,beni dinler misiniz?” dedi.Elbette bir konuğu dinlememek olmaz.Ona; buyur amca,anlat,dedim.Amca bize şu anıyı anlattı.Resimlerini çektik.Adamcağız anlatırken korkuyordu.Hele bunu yazalım deyince iyice çekinmeye başladı.Sonra ilave etti:

- Bu olayı anlatsam bana bir şey olur mu? Ona;

- Anlatacağın olaya bağlı.Eğer soruşturmalık veya daha başka bir şeyse,suç teşkil ediyorsa olur.Yoksa bir anı sana zarar vermez.Zaten öyle bir şey varsa  yazmayız.Bunları duyunca biraz rahatladı.Yüzünün rengi değişti.Belli ki bu sır onu rahatsız ediyordu.Anlatıp rahatlaması gerekiyordu.Anlatması için de zorlamak istemedim.Daha da rahatlaması için:

- İstemiyorsan anlatma!..

Bu cümleden sonra:

- Bu sırrı tam 1957 yılından beri taşıyorum.Bugün anlatırsam daha iyi olur diye sanıyorum.Siz iyi insanlara benziyorsunuz.Anlatacağım anı bu yerle ilgili.Biz biraz daha meraklandık.Adamcağız başladı anlatmaya.Anlattıklarını aynen yazıyorum.

   “Ben Yılmaz Eren.1938 Isparta doğumluyum.Isparta’nın Primemet Mahallesinde oturuyorum.Dedelerim Selanik’ten gelmişler.Gençlik yıllarım Söke’de geçti.1957 yılında  pazar yerinin kuzeyinde bir inşaatın temelinde kazma kürek ile çalışıyordum.Kazma ile kazıp çıkan toprağı kürek ile atıyordum.Öğlen yakındı.Yerdeki derinlik de diz boyu olmuştu.O yıllarda 18 veya 19 yaşlarındaydım.Yalnız çalışıyordum.Kazmayı vurunca az ileriden “güp güp” diye sesler gelmeye başladı.Önce vücudum ürperdi ve sesten korkup durdum.Biraz sonra tekrar kazmaya başladım.Bu kere ses daha da gürleşti.Vücudum sıtma nöbeti geçiren hasta gibi titremeye başladı.Kazma elimde tir tir titriyordum.Biraz sonra sakinleşince sesin geldiği yere vurdum.İri bir kesek koptu.Kopan kısım tarafından beyaz bir kemik belirdi.Etrafını kazıp boşaltınca bir kafatası ortaya çıktı.Bu kere korkum daha da arttı.Ama ne olduğunu anlayınca sakinleştim.Kafatasını elime alıp içerisindeki toprağı temizledim.Burası bir mezarlıktı ve on yıl önce söküp kaldırmışlardı.Kafa,kol,bacak kemikleri zaman zaman çıkıyordu.Kafatası temizlenince çene ve dişleri parıldamaya başladı.Olduğu gibi altındı.Bu kere içime bir sevinç doldu.Bu altınları söküp paraya çevirecektim.Beş yıl çalışsam bu kadar altın alamazdım.Hemen   başkaları görmesin diye yemek çıkınına sarıp sepete koydum.O yıllarda saati biz Forbes Meyan Fabrikası’nın düdüklerinden öğrenirdik.Tam öğlen düdüğü çaldı.Bende öğlen paydosu yaparak yemeğimi yedim.Üzerime bir derin uyku çöktü.Ağacın gölgesine uzanıp uyudum.Bu uyku anında bir rüya gördüm.İri yarı,sakalı göğsünde bir yaşlı adam bana şöyle hitap etti:

-         Oğlum,sakın dişlerimi kırma!..Allah sana uzun ömür versin,sakın ha dişlerime dokunma!..Kellemi yanına al,sakin bir yere götür,diz boyu toprağı kaz ve göm.

Adamın heybetinden korkmuştum.Birden uyandım.Vücudum ter içinde kalmıştı.Adamın sözleri ve heybetli yüzü gözümün önünden gitmedi.Akşam olunca kelleyi alıp,Kavas Dede’nin mezarının yanına gittim.Akşam güneşi batmıştı.Hava kararıyordu.Sağa,sola baktım,görünürde kimseler yoktu.O yıllarda Kavas Dede’nin türbesi,bugünkü gibi yapılı değildi.Okul yönündeki tarafına,türbeye bir metre kala diz boyu bir çukur kazdım ve kafatasını oraya gömdüm.Dişlerine de hiç dokunmadım.Bu olaydan üç gün sonra,bir değirmenin önünde kalabalık vardı.İşe giderken yolum oradan geçiyordu.Sordum dediler ki “Değirmenciye bir şey olmuş,bağıra bağıra ölmüş!..Ben,yine işime devam ettim.Bir hafta sonra,Söke’de şöyle bir söylenti yayıldı:“Kuru Kafanın Altın Dişleri Değirmenciyi Yedi.” O zaman benim kafam dank etti.Acaba değirmenci benim oraya gömdüğümü gördü de,ben gittikten sonra çıkarıp aldı da dişlerine dokundu mu?Bir ara gidip gömdüğüm yere baktım.Ama cesaret edip de kafayı çıkarıp bakamadım.

    Yılmaz Bey,anısını tamamladıktan sonra;

-         Hocam ister inanın,isterseniz inanmayın.Ben,bu olayı yaşadım.Bugün Isparta’da oturmama rağmen her yıl bu Mayıs ayı içinde buraya gelir,bu mübarekleri ziyaret eder,onların ruhuna bir Fatiha,üç İhlas okur ve giderim.Ona dedim ki:

-         Bu anlattığın olayı yazmama izin verir misin? Adamcağız:

-         Bana ve size zarar vermeyecekse yazın.Bende adamla birlikle resimler çektirip,yazarak anlattım.Niye resim çektirdim?Bazıları;“Hoca bunu uydurmuş,olur mu hiç böyle şey?” demesinler diye resimleri de burada yayımladım.

   Süleyman Yıldırım,bu mahallede oturuyor.Ona anlattım.O da dedi ki:

-         Hocam,bu gördüğün alan “Ağalar Mezarlığı” namıyla tanınan büyük bir mezarlıktı.Buralarda inşaatlar yapılırken hep insan kemikleri,kafatasları çıkıyordu.Bu kemikleri toplar,götürür başka yerlere gömerdik.Burada kitabeleri çok büyük mezarlar vardı.Kısacası Osmanlı döneminin bir koca tarihi yatıyordu.Belki kentin içi mezarlıklardan kurtuldu ama o mezarlıkların verdiği manevi endişe hala sürüyor.Ben,akşamları ruhlarına Fatiha okuyarak yatıyorum.Bazen burada yatan çocuklar,kadınlar,erkekler görüyorum.Rüy a da olsa hiç hoş değil. 

   

                                                                                                                                                                                                                                   

                                                 

 

                                                                                                                                                                      

 

                                                      SONUÇ VE İBRET

   Değerli okuyucularım,yazdıklarımı okudunuz.Ben,okuduklarımı,dinlediklerimi yazdım.Kavas Dede’nin kimliğini değil,manevi kişiliği önemlidir.Bu manevi kişilik,mezarlığın nakline karşı bir direniş ve şahlanıştır.Rahmetli,Allah’ın ona verdiği manevi gücü kullanarak,bu ecdad kabirlerinin bozulmasına karşı çıkmış,aleme ibret bu manevi gücünü bir mucize olarak göstermiştir.Burada yatan binlerce müslümanın bugün tek temsilcisi olarak ebediyete kadar yaşayacaktır.

   Ne yazık ki,bazı inançsız kişiler,bu manevi varlığımız karşısında saygısızlık yaparak alay ediyorlar.Oysa bu tür düşünce ve davranışlarla kendilerine zarar vermekten öteye gitmiyorlar.Allah onları ıslah etsin ve günahlarını affetsin.