Gençleri izliyorum, öğrencileri, bir apartmanın terasına çıkmış kenti seyrediyorlar. İçime bir korku düşüyor. Gerçi eğitimin daha başı ama ya biri atarsa kendini diye. Korku imparatorluğunda yüreklerimizi esir almış yalnızlık. Kimin kimle ne alıp veremediği var kestirmek zor. Sokağa çıktığınızda düşmanın nereden geleceğini kestiremiyorsunuz. Düşman bir tane değil ki.
Herkes almış başını ülkeyi başka bir yöne çekmeye çalışıyor.
Geçmişin düşmanlıklarını körükleyen körükleyene. Dahası yeni düşmanlıklar yaratılıyor. Birlikte ve kardeşce yaşamanın yolu barikatlarla kapatılmış. Duvarlar örülmüş sanırsınızki çelikten. Beton yığınları üst üste.
Bugün gelinen noktada bazılarımız halen daha bazı gerçeklerin ayırdında değil. Dün tam bağımsızlık ve eşitlik isteyen gençlerimizi asanların ülkeyi tam da bu noktaya getirmek istediklerini halen daha anlayamayanlarımız var. Ülkücü ve islamcı düşünceyi palazlandıranların nasıl bir ülke yaratmaya çalıştıkları günümüzde apaçık ortada dururken söyleyecek sözü olmayanların başlarını kuma gömmeleri şaşırtıcı değil.
1968lerden 1978lere ve nihayet 1980e kadar geçen süre içerisinde bastırılan ve yok edilmeye çalışılan ve her türlü işkence ve ölümlerden geçirilen solcuların karşısına derin devlet eliyle çıkarılan sağ ve faşist düşünce ve uygulayıcıları bugün ülkenin her alanında etkin konuma geldiler ve ülkeyi gerici karşı devrim aşamasına getiriyorlar.
Bu durum karşısında susmak ve yazmamak bu ülkeye ve insanlarına ihanet etmekle eş anlamlıdır.
Ülkenin ve doğunun değiştirmeyen naküs talihi aynı zamanda geleceğin üzerine de ipotek koymaktadır. Toprak ağalarının, aşiret ağalarının ve sistemden beslenen yapılanmaların kısaca deyişle feodal yapılanmanın çökertilemediği doğu ve güney doğumuzda 1980lerden sonra başlayan etnik milliyetçilik ve buna dayalı terör faliyetleri sonucu sıkışan halkın ne yapacağını kestirmek zor olsa gerek.
Toplumun karışık kafa yapısı TBMMsine baktığımızda hemen anlaşılmaktadır. Meclisin çoğunluğu siyasal islam düşüncesi yoğunluğunda olup hemen peşinden milliyetçi akım gelmektedir. Milliyetçilerin aynı zamanda ümmetçi olduklarını düşünürsek Meclisin yüzde 60ının MİLLİYETÇİ İSLAMCILARIN ELİNDE OLDUGUNU AÇIKÇA GÖRÜRÜZ. Geriye kalan yüzde 40lık bölüm içerisinde yüzde 20 sosyal demokratları çıkardığımızda ve yüzde 10a yakın bir diğer etnik milliyetçileri de çıkardığımızda kalan yüzde 10luğun ise tam olarak temsiliyetinin olmadığı da görülmektedir.
Sonuçta meclisin yüzde 70i islamcı ve milliyetçilerin elindedir. Bu aşamada bu düşüncelerin ülkenin geleceği için çözüm üretemeyecekleri açıkça ortadadır ve bunun artık görmeyen gözlerce de görülmesi gerekmektedir.
Bu gerçeklerin ışığında halen daha mevcut aritmetik çoğunluktan çözüm beklemenin abesle iştigal olduğu bir gercektir.
Bu ülkenin aydınlık geleceği, 6878 ve 1980lerde yok etmeye çalıştığımız, astığımız, kestiğimiz, işkencelerden geçirdiğimiz sol düşüncenin yeniden ve herşeye rağmen topluma anlatılmasından ve kitlelere ulaşılmasından geçmektedir.
Kimse bu gerçeğin ayırdında değilim demesin ve kimse küresel kapitalizmin, vahşi sömürünün ve emperyalizmin sonsuza dek yaşayacağını düşünmesin.