İLLAKİ ANKARA!..

FARUK HAKSAL


Siyasetin vitrinine konan süslü, kulağa ve akla hoş gelen çok söz var, çok söylemler var, çok ilke var, 6’sından 66’sına kadar çok “OK” var...
Birlik, beraberlik, hoşgörü, demokrasi, halkçılık, milliyetçilik, medeniyetçilik, laiklik, devletçilik, filan... 
Ve sonra falan!..
Küçüklü/büyüklü her türden siyasetçi istediğinde; yani kendi çıkarına uygun düştüğünde alıyor vitrinden o söylemi. Kullanıyor tepe tepe... Konuşuyor sere serpe.
İşin en kötü yanı, bu sere-serpe konuşmaları dinlemek zorunda kalan vatandaşın olup/biteni kanıksamış olması.
Kanıksamayı aşıp, alkış tutuyor olması…
Aldırmıyor olması.
Algılamıyor olması!
Kınama, karşı koyma, sorgulama refleksini yitirmiş olması...
Siz istediğiniz kadar meydanlara sandık koyun, bu refleks kaybolmuşsa, demokrasi yok demektir.
Özgürlükler, aydınlık düşünce kara kaplı kitapların sayfaları arasına sıkışmış demektir.
Birlik ve beraberlik içi doldurulamayan kuru bir söylemden ibaret kalmışsa, karanlık düşünce siyasetin karşı cephesinde sinsice yapılanıyorsa, vay haline bu ülkenin aydınlık insanlarının…
Yaşadığımız ortamda cilalanmış sözler ve alacalı/bulacalı erdemler siyasetçinin kişisel çıkarının arka bahçesinde biriktirilmektedir. 
Tüm makulleştirilmiş gerekçeler bu bahçedeki çamurda filizlenmekte ve elde edilen ürün siyaset arenasında paketlenmektedir.
Üretici siyasetçidir.
Üretim yeri, o balçıktır.
Tüketici halktır.
Pazar yeri demokratik ortamdır.
Ürünün son kullanma tarihi, ilk genel seçimlerdir.
Sonra?
Sonra, yeni ürünler tezgâhlara sürülecektir.
Ve yeniden paketlenip, der/top edilecek ve çıkar paydasının zeminini oluşturacaktır.
Bu iğrenç kurgu/ düzen/ çark… Ne derseniz deyin; ne zamana kadar sürecektir?
Samsun – Amasya- Erzurum – Sivas…
Ve Ankara’ya ulaşıldığı zaman.
İlla ki, Ankara’ya.
Son durak Ankara’ya!