Bundan evvelki dönemlerde olsun, zamanımızda olsun iktidar partisi yetkilileri ve taraftarlı, en küçük tenkide bile tahammül edememekte, yapıcı tenkitlere bile dost ve arkadaşlığı bozacak seviyede tepki göstermektedirler.
İlk cumhuriyetin kuruluşu esnasında olsun, 1946 yılı çok partili hayata başladığımız günden bu günlere gelinceye kadar iktidara gelenlerin hepsi birer insandır. Ve insan ise “her zaman hatalı, kusurludur” İnsanı, hatasız, kusursuz ve tenkit edilemez görmek, onu ilahlaştırmak manasına gelir. Bu şekilde hareket eden hem kendine, hem çevresine ve hem de iktidarda ki insana haksızlık yapılmış olur. İktidardakiler de “her şeyi ben yaptım, ben ettim. Ben olmasan kimse bir şey yapamaz. Veya biz olmasak, memurun maaşı bile verilemez” şeklindeki davranışından sakınmalı, onlara gönül bağı bağlı olanları hatalı yollara sürüklememelidirler.
Hadis-i kutsi de Allah; “Sizi hatasız kullar olsaydınız, sizi helak eder, yerinize hata işleyen ama af dileyen kullar yaratırdım” buyurmaktadır.
Muviye, “Sarayımı nasıl buldun” deyince, Ebu Zer; “Kendi paranla yaptırdıysan israf, halkın parasıyla yaptırdıysan haramdır” dedi.
YAPICI TENKİT YOL GÖSTERİR
Tenkitlerin iktidar üzerinde yoğunlaşması, onun icraat yaptığındadır. Çünkü yapılan icraatlar sadece iktidardaki partiye oy verenleri değil bütün milleti ilgilendirmektedir. Muhalefet partileri sadece söylemlerinden tenkit alırlar. Tenkit edilmeseler bile millet, yanlışla doğru söylemi ayıracak ferasete sahiptir.
Tenkitler, muvaffak olmak isteyen iktidarlar için yollarını aydınlatıcı birer lamba gibidirler. İktidar sahipleri bu tenkitlere kulak vermeli, onları değerlendirmeli, gerekirse bir erdem olan özür dilenmeli, hatalı davranışlardan dönülmeli ve makul olanları plana alınarak yapmalıdır. Bu şekilde ki davranış, bir anda görülemeyen bir icraatı daha görmek ve muhalefette ki insanların bile gönlünü kazanmaktır.
İktidar sahiplerinin etrafını, her zaman çıkarcı, menfaatçi insanlar çevirirler. Çünkü oralar çıkarcılar için çok büyük menfaat devşirme yerleridir. Onlar, iktidar sahipleri, doğru da hatalı da yapsa, “İsabet buyurdunuz, efendim” diyerek, iktidar sahiplerini yanıltırlar. Bu şakşakçı ve çıkarcı gurubun iltifatlarına aldanarak iktidarı o şekilde sürdürenler, bir gün ayaklarının yerden kesildiğini görürüler ama o zaman da çok geç olacaktır.
HAZRET-İ ÖMER NE YAPTI
Adaleti ile yeryüzüne örnek olan, “El adlü esasül mülk – Adalet mülkün temelidir” esasının sahibi Hazret-i Ömer (r.a), bir hutbe de kendisini dinleyenlere; “Siz bozulursanız ben sizi doğrulturum. Ama ben bozulursam ne yaparsınız?” diye sorar. Cemaat içinde zayıf bir Müslüman kalkarak; “Ey Ömer. Sen bozulursan, seni eğri kılıçlarımızla düzeltiriz” der. Hz. Ömer, bu sözü duyunca; “Allah’ıma şükürler olsun ki, ben bozulunca beni düzeltecek bir ümmetin başına Emir olmuşum” diye hamd eder.
Yine bir gün Hazret-i Ömer hütbe irat ederken cemaate hitaben;
“Ey, Müslümanlar. Dinleyin ve itaat edin” der. Cemaat içinden bir Müslüman;
“Ey, Ömer. Ne seni dinleriz ne de sana itaat ederiz” der. O zaman Hz. Ömer (r.a),
“Niçin dinleyip itaat etmesiniz?” deyince de aynı Müslüman;
“Aynı harp de birlikte bulunduk. Harp sonrası dağıtılan ganimet kumaş ile ben bu zayıf vücuduma bir elbise çıkartamazken, sen nasıl oluyor da o iri vücuduna bu ganimet kumaşından bir elbise yapmış giyiyorsun?” der.
Hz. Ömer (r.a) cemaat içerisinde oğlu Abdullah’a seslenerek, “Konuş, ya Abdullah”
“O gazada ben de bulunmuş, her kesin aldığı ganimetten ben de almıştım. Babam bir Halife (Devlet başkanı) olduğu halde çok yıpranmış bir elbise giyiyordu. Benim ganimet hissemle babamın ganimet hissesini birleştirerek onu bu elbiseyi giydirdik” dedi.
Bu itirazı yapan Müslüman ayağa kalkarak; “Konuş ya Ömer. Şimdi seni dinleriz ve sana itaat ederiz” diyerek, cevap verir.
“Fırat kenarında bir kurt bir koyunu kapsa, Adl-i ilahi gelir de sorar, Ömer’den onu” demek yetmez, bu sözün onun haliyle hâllenmek (sözü yaşamak) de gerekir.