* Önceki sayıdan devam
Halikarnas Balıkçısı, Giritte doğmuş, Atinada büyümüş, Avrupada eğitim görmüş, usta bir yazar, bildiği yedi dille iyi bir tercüman, Antik Kültürü ile de çok yetenekli bir rehberdi. Bu uzmanlığı, Yunancayı çok iyi bilmesi nedeniyle ülkemize dalga dalga gelen turistlere ve Türk turizmine yararlı olmuştur. Bu iki devin el ele vererek gösterdikleri çaba ve katkılar sayesinde Güneybatı Kıyı Egede turizm hızla başladı,tanındı ve rayına oturdu. Bu iki dev insan Güney Egedeki Antik kentlere gelen yabancı turistleri, diplomatları, bilim adamlarını, politikacıları gezdirip tanıtıyorlardı. Cevat Şakirin Bodrumda ki sürgün yılları bitmiş, İzmir Hataya taşınmasıyla İzmir, Söke, Selçuk, Kuşadası ve Didim için ikinci bir turizm güneşinin doğması sağlanmıştır. Bodrum ve yöresini MAVİ YOLCULUK adlı gezi yazılarıyla bütün dünyaya tanıtmıştı. Şimdi sıra Selçuk, Efes, Söke, Kuşadası, Didim, Bafa Gölü, Dilek Yarımadası Milli Parkı, Büyük Menderes Irmağı, Deltası ve Sulak Alanlarına gelmişti. Çünkü bu üçgende çok önemli mitolojik ve tarihi derinlere inen Antik Kültür varlıkları vardı. Atatürk, bu kültürlerin kazılar yoluyla gün ışığına çıkarılmasını restorasyon yapılarak tekrar insanlığın yararına açılmasını istiyor ve arkeoloji için şöyle diyordu:
- Arkeoloji, tarihin laboratuarıdır. Bu laboratuar, ne kadar sağlıklı işlerse, tarih o kadar çok aydınlanır. Bu amaçla Remzi Oğuz Arık, Ekrem Akurgal gibi uzmanları dallarında eğitim görmeleri için yurt dışına göndermişti. Şimdi o yıllarda Başbakan Adnan Menderesin bir Aydınlı olması nedeniyle bölge turizme yelken açabilir, özlenen döviz bu yolla ülkemize girerdi. Çünkü bölge bu yelkeni şişirecek rüzgar vardı.
O yıllarda Cevat Şakir gibi yedi dilli, kültürlü, kalemi güçlü bir rehberi başka nerede bulabilirdiniz ki? Böyle insanları bulup, onların bilgi, deneyim ve becerilerinden yararlanmak kolay bir iş değildi. İşte o günlerde Sökede aktif olarak faaliyet gösteren, SÖKEYİ TANIMA VE ESKİ HARABELERİ KORUMA DERNEĞİ ve bunun Cevat Şakir kadar bilgili başkanı rahmetli Hümeyra Sultan bu tür insanları buluyor, onlardan yararlanıyordu. Sadece Cevat Şakir mi hayır, Yunan Kralının kardeşi, İngilizler ve daha birçok yabancı bilim adamı, gazeteci, radyocu ve turizmcileri davet ederek, Avrupa gazetelerine ve dergilerine makaleler yazarak tanıtmıştır. Bugün Güney Egede aktif bir turizm varsa ve bölge dünyaca tanınıyorsa hiç kuşku yok ki, bunu bu cemiyete ve Hümeyra Sultana borçluyuz. Ölümünden 3 gün önce bana, yaptıklarının ancak yüzde birini anlatmıştı. Sağ olsaydı kim bilir daha neler anlatacaktı? Bana anlattığı günlerde eşiHalil Özbaş Ege Üniversitesi Hastanesinde yatıyordu. O nedenle zaman zaman kendini toparlamak için çok uzaklara dalıp gidiyordu. Hep eşini düşünüyor, oysa kendisinin üç gün ömrünün kaldığından hiç haberi yoktu. Üç gün sonra, selası verilince şaşırıp kaldım. Acaba yanlış mı duydum yoksa Halil Beye mi bir şey oldu da imam efendi karıştırdı, diye Kısmet Oteli aradım acı gerçeği ne yazık ki onlarda tekrarlayınca beyni alınmış güvercine döndüm.
Hümeyra Sultan,son Osmanlı Padişahı Sultan Vahdettinin torunudur. Ailesiyle birlikte Hanedan mensubu olduğu için yurtdışına sürülmüştü. Sonra diplomat babası sayesinde Atatürkün özel izniyle yurda getirilmişti. Babası da Kurtuluş Savaşı kahramanlarındandır. Annesi ise Ulviye Sultan idi. Hümeyra Sultan çok iyi bir eğitim almıştı. Amerikada eğitim görmüş aydın bir kadındı. İleriyi gören, büyük hedefleri olan, etişmiş bir insan. Sahip olduğu yabancı diller ve bir de ailesinin varlıklı, misyonlu olması ona önemli bir kariyer kazandırmıştı. Yabancı dili sayesinde Avrupa da olan bitenden haberi oluyordu. Arkeoloji, tarih, turizm, işletme dallarında yazılan, basılan, yayınlanan yazıları takip ediyor, okuyor, bunları Türkçeye çevirip, Türkçe yayın yapan dergilerde yayımlıyordu. Bazen de İngilizce makaleler yazıyor, yabancı ülkelerde yayınlanan bu daldaki dergi ve gazetelere gönderip oralarda yayınlanmasını sağlıyordu. Çevremizde bu değerli varlıkların resimlerini, bilgilerini okuyup görenler ise ülkemize karşı ilgi duyuyorlardı. Özellikle Antik Kültür Varlılarımızın resimlerini çekiyor, İngilizce tanıtımlarını yazıyor, Avrupa basınında yayınlatıyordu. Böylece bu yapıtların tanınmasında vesile oluyordu. Yerli ve yabancı yayınları okur, öğrendiklerini kendi bölgesinde aktarmaya çalışıyordu. Yabancı diplomatları, basın temsilcilerini davet ederek, onlara yöreyi gezdirip tanıtırdı. Gazete, dergi ve radyolara demeçler verir, tanıtıcı söyleyişlere katılırdı. Zaman zaman dönemin hükümetlerinin kurmaylarıyla bir araya gelerek bölgenin turizm açısından geleceğini etkileyecek olan potansiyel kaynaklarını ortaya koyuyor, bunların turizmdeki stratejik yeri ve önemi üzerinde duruyordu. DEVAM EDECEK