Günün birinde padişahın çok sevdiği atı ölür! Gel de söyle bakalım, atın öldüğünü! İmrahar (ahır amiri) padişahın karşısına utana-sıkıla geçer. Hünkarım sizin at boylu boyunca uzanmış yatıyor, üstelik gözleri de kırpışmıyor, karnı da inip çıkmıyor, galiba soluk da almıyor diye sıralarken; Padişah, Seyis desene benim at öldü! der.
Seyis, - Siz çok yaşayın Padişahım, vallahi ben demedim siz dediniz diye cevap verir.
Kıssadan hisse; Evet Güneydoğudan şehit haberlerinin gelmemesine seviniyoruz. Fakat askerimizin kışladan hiç çıkmadığı söyleniyor. Devlet karakol yapımında zorlanıyor(muş). Bazı illerde yapılan rutin kontrollerin bile yapılmadığı söyleniyor. Gazetelerin olan olayları da tam yansıtmadığı, olan olayları tam vermediği, veren gazetelerin de kısıtlı olduğu inkar edilemez gerçek. Şantiyeler basılıyor, araçlar yakılıyor, yapılacak baraj inşaatları, PKKnın geçiş yollarını engellediği gerekçesiyle tepki topluyormuş! Evet, dağlara taşlara; Ne mutlu Türküm diyene yazmaktan vazgeçtik. Peki; mesele çözüldü mü? Hani çözülecekti?
Son söz: Güneydoğudaki çatışmazlık durumu güvenlik güçleri savunmada olduğu için mi yok?
Devlet binaları, şantiyeleri, devlet görevlileri güvenlik içindeler mi?
Güneydoğu halkı güvenlik içinde mi?
Evet şehit yok, iyi de yoksa Güneydoğu nefes almıyor mu?
O bölgemiz, bizim için öldü mü?
Şimdi bize söyleyin...